Son zamanlarda hep “pandemi” üzerine yazdığımı fark ettim.
Bu konudaki her yazı umut kırıcı niteliği de barındırıyor.
Salgınlar, modern kavimler göçü gibi dün yollara düşen insan toplulukları, büyük şehirlerden sahillere, köylere akan insan selini farklı, yeni ifadelerle de olsa bir yazı konusu yapmaktan vaz geçtim.
İçimizde barındırdığımız karamsarlığa bir nebze aydınlık vaat eden bir yazıya dönüştürmeyi istedim.
Sıklıkla kullandığımız ancak içerdiği derinliği her daim idrak edemediğimiz “farkındalık” sözcüğünün işte böyle zamanlarda yeniden tanımlanarak hayatın merkezine yerleşmesi gerekir.
Sohbetimizden ışıltılı sevinç çıkardığım bir arkadaşımın verdiği ilhamın eseridir bu yazı…
Konuşmamızın bitmesinden sonra da kalan iyi duygu, “an”ın değerini hissettiren sözleriydi… Farkındalık işte bunun için gerekliydi.
Tanıdığınız bazı insanların hayatınızdan çıkması, olmasa daha iyi olur dedikleriniz vardır. Bazıları ise hangi yaşta karşılaşırsanız karşılaşın; hayatınızda bir boşluğa sızar, “iyi ki…” dersiniz ya, işte öyle dostlardan.
Mutluluğun, insanın öz varlığından, içinden çıkan meşhur bir amaç olduğu bilinir. Ancak, hatırlamak gibi unutmak da insanın en temel özelliklerindendir.
Bilinse de her daim hatırlatmaya değer “mutluluk insanın içindedir” sözünü arkadaşımdan duyunca belki okurlardan bir kişiye de olsa umut aşılama fırsatı doğar diye düşündüm.
Güzel anları beklemek yerine, anlarda güzellik bulmakla yaşamın anlam kazandığını hatırlatmış oluruz.
Psikoloji alanındaki bilgisi kadar bunu ifade etmekteki keskin retoriğine hayranlık duyduğum Prof. Dr. Mehmet Sungur hocamın bu konudaki sözünü aktarmak isterim:
“Geçmişten öğrendiklerimize duyduğumuz minneti ve geleceğe verdiğimiz değeri ifade etmenin belki de en anlamlı yolu yaşanan ana değer vermektir.”
Bir de kolayca söylenen, ancak “Hayatlarımızda hissettiğimiz her duygu, bize ihtiyaçlarımız hakkında bilgi verir” sözündeki anlamı da barındırıyordu, “mutluluk içten gelir” hatırlatması…
Öyleyse evrenin sırrını çözmek gibi kadim sorundan önce günümüzde insanın kendi içine dönmesi, içinden o meşhur ve meşru “mutluluk” amacına ulaşmak için bir yolculuğa çıkması gerekir.
Çünkü her zamankinden çok ihtiyaç duyduğumuz “umut” ve “mutluluk”
Her ikisinin gerçekleşmesi birbirine bağlı…
Öncelikle yaşamın bütününü doğru anlamlandırmak gerekir.
Şu an yaşadığımız nedir?
Kıyamet mi?
Fantastik bir film sahnesi mi?
Elbette gerçek şu ki; bir salgın hastalık içindeyiz.
Bu tamam.
Sadece siz mi yaşıyorsunuz?
Bütün dünyayı saran salgını kişisel algılayıp, bütün olumsuzlukları sadece kendi yaşadığını düşünen her insan mutsuz olacak. Bu kesin!
Pekiyi bu hayatın içinden böyle umutsuz, mutsuz ve acılar içinde mi geçireceğiz?
İnsan ne çok kusur barındırır. Kırılır, incitir, kırar, incinir, üzülür, üzer… Ancak sever ve sevilir de…
Birbirimize karşı her zamankinden daha fazla sevgi, şefkat gösterirsek herkes kendi umut ışığını yakar.
Başkaları hakkında yargıları bırakırsak mutlu olma şansımız doğar.
Sevebilme kabiliyetinizi kaybedip kaybetmediğinizi test edin.
Hala baharın uyanmasının farkında olup olmadığınızı kontrol edin.
Başkasının sevgisini hissettiğinizde heyecan duyabiliyor musunuz?
Yoksa insanın her yaşta her türlü sevgiye ihtiyaç duyduğu gerçeğini inkar mı ediyorsunuz?
Sizi hayata bağlayan değerlerinizi gözden geçirin.
Hepimizin olmak istediği bir “ben”, bir de olduğu “ben” vardır. Aradaki fark sizi endişelendirmesin. Olmak istediğiniz “ben”in inşaatı belki tamamlanmamış olabilir. Belki de asla tamamlanmayacaktır. Önemli olan olmak istediğiniz “ben” doğrultusunda içeriden dışarıya yapmakta olduğunuz inşaatın devam etmesidir.
Bir bahardan bin umut çıkarmak mümkün, inanın mümkün.
Baharınız solmasın.