Namaz, bedenle yapılan ibâdet olduğundan, başkası yerine kılınamaz. Herkesin kendi kılması lâzımdır. Özürlü ve özürsüz olarak namazı terk edenin, bunun farzını kazâ etmesi lâzımdır. Hanefî mezhebinin âlimleri, söz birliği ile buyuruyorlar ki:
Sünnet namazların, yalnız vaktinde kılınmaları emrolundu. Vaktinde kılınmayan sünnet namazlar, insanın üzerinde borç kalmaz. Bunun için, vaktinden sonra kazâ edilmeleri emrolunmadı. Sabah namazının sünneti vâcibe yakın olduğundan, o gün öğleden önce farzı ile kazâ edilir.
Hanefî mezhebinde, bir farz namazı özürsüz kazâya bırakmak büyük günahtır. Bu büyük günah, kazâ kılacak kadar zaman, yani 6 dakika geçince, bir misli artar. Bunun için, kazâyı bir an evvel kılarak, kazâ borcunu bitirmek lâzımdır.
Bir büyük günahı affettirmek için tevbe etmek lâzımdır. Tevbenin sahîh olması için dört şart vardır. Bunlar, pişman olup, günaha devam etmemek, bir daha yapmamaya karar vermek, affolması için duâ ve istiğfâr etmek, Allah ve kul haklarını ödemektir. Bu dört şarttan biri yapılmazsa günah affolmaz.
Namaz kılmak, insanın Allahü teâlâya olan borcudur. Bir farzı vaktinde kılmamak, bu hakkı ve namazda Müslümanlara yapılan duâ hakkını ödememek oluyor. Bunu kaza edinceye kadar nafile namazları, sünnetleri kabul olmuyor. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, buyuruyor ki:
Kazâ borcu olanın sünnet kılması, alacaklıya, borçlunun hediye götürmesine benzer ki, elbette kabul olmaz. Kazâ borcu varken sünnet kılan kimse, sultan davet ettiği hâlde, gitmeyip, onun hizmetçisi ile vakit geçiren kimse gibidir. Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar, onun sermayesi, nafileler de kazancıdır. Sermaye kurtarılmadıkça, kazanç olamaz.
NAMAZI KAZÂYA BIRAKMAK
Yayınlanma :
06.05.2010 23:09
Güncelleme
: 06.05.2010 23:09