ELVEDÂ YÂ ŞEHR-İ RAMAZÂN
Yayınlanma :
16.07.2015 01:41
Güncelleme
: 16.07.2015 01:41
Gülbahçesinden... Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, (Beş vakt namâzınızı kılınız! Bir ayınızda oruc tutunuz! Mallarınızın zekâtını veriniz! Başınızda olan âmirlere itâ'at ediniz. Rabbinizin Cennetine giriniz.) Görülüyor ki, hergün beş vakt namâz kılan ve Ramazân ayında oruc tutan ve malının zekâtını veren ve Allahü teâlânın yeryüzünde halîfesi olan âmirlerin islâmiyyete uygun emrlerine itâ'at eden bir müslümân, Cennete gidecekdir. Bu hadîs-i şerîfi, imâm-ı Ahmed ve Tirmüzî bildirmişlerdir. İslâm Ahlâkı Kâinatın Efendisi Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem RESÛLULLAHIN GÜZEL AHLÂK VE ÂDETLERİ 40-Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, sakalını bir tutamdan fazla uzatmazdı. Fazlasını makasla kısaltırdı. [Bir tutam sakal uzatmak sünnettir. Sakal bırakması âdet olan yerde bulunanın bırakması vâcib olur. Bir tutamdan fazlasını kesmek de sünnettir. Bir tutamdan kısa yapmak bid'attir. Böyle kısa sakalı bir tutam uzatmak vâcibdir. Sakalı kazımak mekruhtur. Özürle kazımak câiz olur.] 41-Her gece mübârek gözlerine üç kere sürme çekerdi. 42-Evinde ayna, tarak, sürme kabı, misvak, makas, iğne, iplik eksik olmazdı. Yolculukta bunları berâber götürürdü. 43-Her işinde sağdan başlamayı, sağ eliyle yapmayı severdi. Yalnız, sol eliyle tahâretlenirdi. 44-Mümkün olduğu kadar, her işini tek sayıda yapardı. 45-Yatsıdan sonra, gece yarısına kadar uyuyup, sonra sabah namazına kadar ibâdet yapardı. Sağ yanına yatar, sağ elini yanağı altına kor, bazı sûreler okuyup uyurdu. 46-Tefe'ül ederdi. Yâni, ilk gördüğü, birden bire gördüğü şeyleri hayra yorardı. Hiçbir şeyi uğursuz saymazdı. 47-Üzüntülü zamanlarında sakalını tutar, düşünürdü. 48-Üzüldüğü zaman, hemen namaza başlardı. Namazın lezzeti, safâsı ile gammı giderdi. 49-Gıybet edenin, yâni başkasını çekiştirenin sözünü aslâ dinlemezdi. 50-Yürürken, yan tarafa ve arkasına bakmak icap etse, bütün bedeni ile dönüp bakardı. Yalnız başını çevirerek bakmazdı. TENBÎH: İslâm âlimleri rahime-hümullahü teâlâ, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem yaptığı yukarıda bildirilmiş olan şeyleri üçe ayırmışlardır. Birincisi, müslümanların da yapması lâzım olan şeylerdir. Bunlara (Sünnet) denir. İkincisi, Peygamberimize sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem mahsûs olan şeylerdir. Bunları başkalarının yapması câiz değildir. Bunlara (Hasâis) denir. Üçüncüsü, âdete bağlı şeylerdir. Bunları her müslümanın bulunduğu yerin âdetine uyarak yapması lâzımdır. Âdete uymayarak yapılırsa fitne uyanır. Fitneyi uyandırmak haram olur. Kimseye bâkî değildir, mülk-i dünya, sîm-ü zer, Bir harap olmuş gönül, tâmîr etmektir hüner. Buna fânî dünya derler, durmayıp dâim döner, Âdem oğlu, bir fenerdir, âkıbet bir gün söner. Herkese Lazım Olan Îmân Huzur Damlaları... (Tefsîr-i Mugnî) sâhibi rahmetullahi teâlâ aleyh diyor ki: (Kur'ân-ı kerîmde üç şey, üç şeyle berâber bildirildi. Bunlardan biri yapılmazsa, ikincisi kabûl olmaz. Peygambere sallallahü aleyhi ve sellem itâ'at edilmedikce, Allahü teâlâya itâ'at edilmiş olmaz. Anaya, babaya şükr edilmedikce, Allahü teâlâya şükr edilmiş olmaz. Malın zekâtı verilmedikce, namâzlar kabûl olmaz). Se'âdet-i Ebediyye Mühim tenbih... EVLİYANIN KALPLERİ AYNA GİBİDİR... Çok sevilen kimse, insanın kalbinden, hâtırından çıkmaz. Onun şekli, kalbine yerleşir. Feyz, kalbden kalbe gelen, insana Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri yapdıran nûrdur, bir kuvvetdir. Feyzler, Resûlullahın aleyhisselâm mubârek kalbinden yayılmakda, Evliyânın kalbleri vâsıtası ile, Evliyâyı çok seven kalblere gelmekdedir. Evliyânın kalbleri ayna gibidir. Bir aynadan fışkıran ışıklar, karşısındaki aynaya ve bundan da, bunun karşısındaki aynaya gelir. Böylece, Resûlullahın kalbinden fışkıran feyzler bizim zamânımızdaki Evliyânın kalblerine gelir. [Bir ayna gibidir. Aynaya gelen ışıklar ve karşısında bulunan cismler, karşı aynada görülür. Aynanın karşısında bulunan ikinci bir ayna ve bunun karşısındaki üçüncü aynada da görünürler. Resûlullahın aleyhisselâm mubârek kalbinden yayılan feyzler, ma'rifet nûrları da, bu kalbe bağlı olan kalblere gelir. Kalbleri bağlıyan bağ, muhabbetdir. Eshâb-ı kirâm, Resûlullahı çok sevdikleri için, bu nûrlara kavuşdular. Sevgi ne kadar çok olursa, gelen feyz de çok olur. Sevmek, inanıp ve işleri ve ahlâkı Onun gibi olmak demekdir. Eshâb-ı kirâmın kalblerine gelen feyzler, sonraki asrdaki gençlerin kalblerine de geldi. Bunların da islâmiyete uymaları kolay ve tatlı oldu. Her biri, birer Velî oldu. Uzak memleketde ve mezârda olan Velîden de feyzler yayılmakda, âşıklarının kalblerine gelmekde, kalbleri nûrlanmakdadır. Resûlullahın mubârek kalbinden yayılan feyzlere sonraki asrdaki âşıkların kalbleri de kavuşarak, zamânımızdaki Evliyânın kalblerine geliyor ve bunların kalblerinden, kendilerini sevenlerin kalblerine ve bu arada bizlere de geliyor.]