9 sene evvel 26 ekim'de, üzerimizde en büyük hakkı olan muhterem ve mübarek hocamız vefat etmişti. Dokuz sene geçti unutulmadı, unutulmayacak ve unutulmamalı da.
Cennet bahcesi olan kabrleri, âşıkları-sevenleri tarafından herzaman ziyaret edilmekte, sevenleri getirdikleri manevi hediyelerini arzetmektedirler. Maşallah huzurpınarı ailesinden de, okuduklarını, dua ettiklerini, muhabbetlerini bildirenler okadar çokdu ki,.. inanılır gibi değil.. ne diyelim.. mübarek olsun. Sizlerden gelen bu müteaddit yazıları okuyunca sevincten gözlerimiz yaşardı, bir gülistanda meşruh çiçekleri koklayıp sevince gark olan biçareler gibi olduk... hepinize ayrı ayrı teşekkürlerimizi arzederiz efendim.
Yusuf aleyhisselamı pazarda satıyorlarmış, zenginler satın almak için sıraya girmişler. İhtiyar bir kadın, boynuna iplerini asmış, pazarda satıp, ip parası ile yusuf aleyhisselamı satın almak için yola çıkmış. Ona demişler ki; Bütün servetini vererek satınalmak isteyenler varken sen bu iplerle nasıl alırsın... İhtiyar nine demişki; Zaten satın alacak olan 1 kişi, diğer zenginlerde alamayacakki, ben satın almak isteyenler listesine ismimi yazdıracağım, bu bana yeter, listede bunun parası nekadar diye bakılmayacak, orada ismim olsun yeter. Süleyman aleyhisselam, sultan olmuş, herkes kıymetli hediyeler getiriyormuş. Bir karınca, hediye olarak çekirge bacağını almış, Süleyman aleyhisselamı ziyarete gidiyor. Bu götürülürmü, doğru dürüst birşey götür, senin bu hediyenin kıymeti olmayacak diyenlere; Orada benim ne getirdiğime bakmazlar, karınca hediye getirmiş diye listeye yazarlar, benim niyetim listeye girmektir, ismim yazılsın yeter diyor.
Az veya çok demeden mühim olan bu listeye girmek, ismini yazdırmaktır. (İnsanın kendine yaptığı dua kabul olmayabilir, fakat başkasına gıyabında yaptığı, muhakkak kabul olur. Hele ki dua ettiği, birşeyler okuyup hediye gönderdiği, Allahü tealanın bir dostu ise, O mübarek zât bu hediyenin altında kalmaz. Ozaman dua edenemi edilenemi fayda edeceği, sonra anlaşılır.)
Biz bu güneşi hayatta iken göremedik, bize biraz anlatırmısınız, tanıtırmısınız diyen okadar çok ki, bunun için, sizlerden gelen bu kıymetli istek üzerine, muhterem hocamızı anmak, hatırlamak, hatırlatmak için, bir müddet huzurpınarında kendilerinden, hayatlarından, sözlerinden bahsetmeğe çalışacağız inşallah... (Gerçi hayatlarını anlatmak mümkün değildir... ancak eşsiz hazîne olan eserleri okunursa daha iyi tanımak nasîb olabilir. Zaten bizim yapmağa çalıştığımız anlatmak-övmek değil, belki birkaç söz ile Işığı-güneşi tarif etmektir. Güzeller güzelini, gönüller kıblesini göremeyenlere, böyle bir pınar vardı diyebilmektir, ki belki kabını pınara koyabilenler bulunur.. O büyükleri meth etmek için diller kafi değildir, aşk ateşi gönül işidir, ... biz anlayamasakda belki anlayanlar olabilir..
İnşallah biz de vefat edip oraya gittiğimiz zaman bize bir hoş geldin deseler yeter. Çünki gurbette bile bir kimsenin hoş geldin demesi çok mühimdir, o zevki anlatabilmek mümkünmü? zîra lisan, adres, yer bilmiyoruz, mahzun bir halde iken sevdiğimiz birisi bizi karşılamış artık beraberiz diyor... bu zevk, bu neşe anlatılabilirmi?... Hele hele ahiret yolculuğunda, Allahü tealanın sevgili bir kulunun karşılaması!… Allahü tealanın sevdiği birinin sahip çıkması... bu zevk tarif edilemez.. Allahü teala şefaatlerine nail etsin inşallah. Işık olmazsa göz görürmü... karanlık ve tehlikeli tuzaklarla dolu olan ahiret yolculuğunda bu tuzakları bilen bir mübarek zât elimizden tutmazsa, bir ışık olmazsa bu meşakkatli, karanlık, tehlikelerle dolu olan yolculukta yürümek mümkünmü?... Allahü teala kime Işık nasib ederse çok şükretmesi lazımdır, ki bu çok büyük bir nimettir.
İlim için hazret-i Ali kerremallahü vecheh buyuruyorlar ki; Bana dinimize ait, bir harf, kelime, bir mesele öğretenin kölesi olurum. Bu kadar büyük bir hak var... Dolayısıyla hocanın hakkı anne-baba hakkından önde olmasının sebebi budur. Evet, ilk mürşidimiz anne babamızdır. Kelime-i şehadeti, namazı, temel bilgileri öğretirler ama ondan sonraki hayatında bir insan eğer bir mürşid-i kâmile, bir ehl-i sünnet aliminin eline düşmezse Allah korusun çok zor olur. Çünki, Allahü teala Kur'an-ı kerimde mealen buyuruyor ki; Ey iman edenler, Allaha ve Peygamberine iman edin. Hem iman edenlere hitap ediyor, hem de Allaha ve peygamberine iman edin diyor. Bu, anne ve babanızdan aldığınız dini terbiye, bilgi, size yetmez, ondan sonra bir hocanın önünde veyahutta eserleriyle tekrar dininizi ve imanınızı güçlendirin, öğrenin demektir.
Buyurmuşlardı ki; Kişi sevdiğiyle beraberdir diye çok müjdeler var. İnşallah dünyada beraber olduğumuz gibi cennette de hep beraber oluruz.
İnsanın şerefi, üstünlüğü, meziyeti, kıymeti, ilim sahibi ve edebli olmasıdır. Çok zengin, çok etiket sahibi olması, çok meşhur olması veyahutta filancanın oğlu olması değildir. Allah indinde insanın kıymeti, ilim sahibi olması ve edeb sahibi olmasıdır. Edeb haddini, sınırını bilmektir. İş yerinde, evlilikte, cemiyette, her yerde herkesin bir sınırı vardır. O sınır içerisinde kalmak kaydıyla dünya cennet olur. Bütün sıkıntılar, üzüntüler, kavgalar, hep sınır tecavüzünden olmaktadır. İşte bu sınır, ilimdir. Dinini öğrenmeyen ne sınır, ne sınırsızlık tanır. Önce iman ondan sonra ilim. Çünki bütün ibadetler ilme bağlıdır. Kitap okumak, dinini öğrenmek şarttır. Ve cenab-ı peygamber aleyhisselatü vesselam bir hadis-i şerifte buyuruyorlar ki; İlmin rütbesi, derecesi, bütün rütbelerin en yücesidir. Yine bir hadis-i şerifte cenab-ı peygamber aleyhisselatü vesselam buyuruyorlar ki; bir âlimin ölümü alemin ölümü gibidir. Yani bir âlim vefat ederse bütün alem, bütün insanlar ölmüş gibi olur,.. (İşte dokuz sene evvel böyle bir âlimi kaybettik. Allahü teala rahmet eylesin, bizleride şefaatine nail eylesin inşallah.)
Ehl-i sünnet itikadını anlatan kitapları yaymak, anlatmak için gidenlerin ayaklarının altına melekler kanatlarını döşerler. Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellem buyuruyorlar ki; Bir talebe dinine ait bir mesele öğrenmek için evinden çıksa, hocasının evine kadar yürüse, bu şerefli kul benim üzerime bassın diye, melekler kanatlarını bunun ayaklarının altına döşer. Havadaki bütün kuşlar, karadaki bütün hayvanlar, denizdeki bütün balıklar bu kul için istiğfar ederler, bunu affet diye dua ederler. Bu, öğrenmek için gidene verilen ecirdir... ya öğretmek için giderse!.... Bir kişiye bir kitap vermek için yola çıkanın yol boyunca alacağı ecir ve sevap, öğrenmek için gidenden daha fazladır. Gerek bizzat giderek, gitmese de sebeb olarak, her ne şekilde olursa olsun iştirak eden bu sevaba kavuşur. Sadaka için verilen para, Allah yolunda gazâ için verilen paranın kıymeti yanında hiç kalır. Gazâ için harcanan para ise, emr-i maruf için harcanan para yanında hiç kalır. Birine, Ehl-i sünnet itikadını anlatan bir kitap vermek veya anlatmak, yazmak, emr-i maruftur.
Eğer bir yerde Allahın dinine hizmet varsa her müslümanın üzerine şu üç unsurdan birini yapmak farzdır. Yani Allahın emridir. Eğer bu üçünden de değilse hiç yaşamasın daha iyi... Çünki öbür tarafta çok acı azap çekecektir. Eğer ecdadımız, bizden öncekiler, bu üç şartı veyahutta birisini yerine getirmeselerdi bu gün biz belki bir hıristiyan, yahudi çocuğu idik, belki dinsizdik. Çünki İslamiyet bize bir emekle gelmiştir... Farzın birincisi fiilen iştiraktir. Bizzat… nitekim Eshab-ı kiram taa Mekke-i mükerremeden, Medine-i münevvereden İstanbula kadar herhalde toprak, ganimet sahibi olmak için değil, ilâ-i kelimetullah için geldiler, Allahın dinini, kullarına anlatmak için geldiler. Veyahutta Osmanlılar viyana kapılarına kadar mal mülk davası için gitmediler.... Birincisi fiilen, bedenen. Buna imkanı yoksa, mâlen desteklemesi lazım. Nihayetinde bir ilmihal on lira ise alır verir, veremezse veren birine verir. Demek ki ya fiilen iştirak edecek veya destek verecektir. Bu da mümkün değilse üçüncüsü de elini açıp yalvararak dua edecektir. Ben iştirak edemiyorum, ben acizim, hastayım, sıkıntım çok ama şu insanlara yardım eyle, onları her türlü kötülükten muhafaza eyle, işlerini rast getir, çocukları kurtulsunlar, dinsiz imansız yetişmesinler diye dua etse gene farzı yerine getirmiş olur. Aksi halde çok tehlikelidir. Çünki bir hadis-i şerif daha var; Bir mü'min sabah kalktığı zaman ya alim olarak kalkmalıdır, yani o gün bir şey öğretmelidir. Ya talebe olarak kalkmalıdır, yani gidip bir şey öğrenmelidir. Veyahutta dinleyici olarak kalkmalıdır, bir hocaya gider bir şey istifade eder, eğer bu da olmazsa muhabbetle kalkmalıdır, yani bunları yapamadığı için üzüldüğünden bu üç hale birden sevgi besler. Allahım bana da nasib et der. Ama bir beşincisi olamaz. Şu halde, dünyaya gelmek, müslüman olmak bir sorumluluk, bir mesuliyet getiriyor. Bu mesuliyeti hiç kimse üzerinden atamaz, bunu yok sayamaz, çünki hepimiz artık elhamdülillah tam iman ettik ki; hesap var, sevap var, azab var ama mutlaka ahirette bir terazi var ve oraya ameller konulacak ve tartılacak. Onun için bir mübarek zat buyuruyor ki; Allahü teala kullarına üç şey vermiştir; Bir: topraktan geldik, toprak olacağız. Yani bedenimiz çürümeye mahkum. Mü'minin ikinci varlığı ruhudur, ruh alem-i emirden gelmiştir, insan vefat ederken ruhu kendi makamına gider, o da bizden ayrılır. Kabir içerisinde, bize sadece amellerimiz, iyiliklerimiz veya kötülüklerimiz kalır. Bunlar öbür tarafa gidecektir.
Efendim kötülükler deyince insanın içi titriyor, keşke hiç söylemesek ama söyleniyor, var çünki. Allahü teala çok şefkatli, çok merhametli, çok afv edici olduğu için bu yapılan hataların temizlenmesi için beş vakit namazı emretmiştir. Namazlar arasındaki hatalar silinsin diye. Yetmedi; cuma gününü yaratmıştır. Allahü teala bu mübarek gecelerde, saatlerde yapılan duaları kabul ediyor, bir haftalık hatalarını günahlarını siliyor. Cuma günü ve gecesi ve ramazan-ı şerifin otuz gün ve gecesi hiç kimseye azap yoktur, bu gecenin şerefi ve büyüklüğü bakımından!.. Bu da yetmedi; Allahü teala mübarek geceleri yarattı, Ramazan-ı şerifde imanı olan ve oruç tutan mü'min mutlaka temizleniyor. Peki ondan sonra, kirli havaya, kirli etrafa bağlı olarak, elinde olmayarak yine kirlenmeye başlıyor. İnsan büyüklerin sohbetinde kendinden geçiyor, fakat çıktıktan sonra veya birkaç saat, birkaç gün sonra o hava gidiyor, eskisi gibi oluyor. Bu hava devam edemez mi acaba?... eğer hava kirlenirse bundan kim rahatsız olmaz ki. Bu zamanda hava çok kirli. Dolayısıyla ne kadar temiz olursa olsun sokağa çıktığı zaman bu kirli havayı tenefüs ettiği için kalpler kararır. Çünki havanın kirliliği, haram ve helallerin karışmasından oluşmuştur. Eskiden haramlar, helaller ayrı idi, şimdi karmakarışık oldu. Onun için Abdülhakim Arvasi hazretleri otuz sene ben sadece imanı anlattım, insanlar imanla ölsünler diye uğraştım buyurdu. Bu zamanda imanla ölen pehlivan diye gösterilecektir. Biz imanla gitmeye bakalım buyurmuşlar. Ahirete kim imanla giderse, diyeceklerki; bir pehlivan geldi... neden?.. çünki imanını kurtardıda geldi. İmanı kurtarmak için formül: imanlılarla beraber olmakdır. Çünki üzüm üzüme baka baka kararır derler ya, imanlı insan mis gibi kokan ıtriyat tüccarına benzer mutlaka güzel kokular gelir. İman bir nurdur, ışıktır. Allahü teala o nuru arttırsın inşallah. Aynı, karanlık gecede, yıldızlar görüldüğü gibi, karanlık dünyada imanlılar da yıldızlar gibi pırıl pırıl parlar. Bu yıldızlar, nasıl gökyüzüne dağılmış bir halde ise, imanlı insanlar da yeryüzünde bu şekilde görülürler, biz yıldızları seyrettiğimiz gibi melekler de dünyayı seyrederler. Ne bahtiyar kullar bir araya gelmişler, Allahtan peygamberden bahsediyorlar diye gıpta ederler. Çünki bir hadis-i şerif var; Cenab-ı Peygamber aleyhisselatü vesselam buyuruyorlar ki; Üç beş kişi bir araya geldiğinde Allahtan ve Peygamberden bahsetmezse Allah oraya lanet etsin buyuruyor.
Velhasıl, biz dünyada iken onlara sahip çıkarsak onlarda bize ahiretde sahip çıkarlar.
Unutmazsak unutmazlar... hatırlarsak hatırlarlar, yani neticede iş bizde biter. Biz burada unutursak, banane dersek, ahiretde ah-vah etmenin faydası olmaz.
UNUTMAYALIMKİ, UNUTULMAYALIM
Allahü teala şefaatine kavuştursun inşallah.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim.
ali zeki osmanağaoğlu