Şanlı bir tarihimiz, gurur duyacağımız bir geçmişimiz var. Tarihte bir çok alanda başarılı işler yapmışız. Bazı konularda zirve olmuşuz. Ama zamanla gerilemiş ve duraklamaya başlamışız. Bugün şöyle bir soru sorsak kendimize… Dünyada genel kabul görmüş, dünyaya malolmuş, en zirvede olduğumuz ve tartışmasız otorite olarak kabul edilen ve halen de eşi ve benzeri yapılamayan neyimiz var?.. Mimari mi? Edebiyatımız mı? Müziğimiz mi? Neyimizle biz dünyada bir numarayız?.. Ben bir tane biliyorum; Okçuluğumuz… Evet Türkler Orta Asya dan bu yana okçulukta öyle bir gelişme sağlamış ve özellikle Osmanlı ile erişilemez bir zirve yakalamış ki, bugün bu gerçek dünya otoritelerince bilinmekte ve saygıyla kabul edilmektedir. |
Dünyanın en küçük, en hafif, en esnek ama en güçlü yayı Türk Osmanlı yayıdır.
Peki Osmanlı Ecdadımız bu nitelikleri bir yayda nasıl toplamış? Türk yaylarının en önemli özelliği tek parça olmaması, birleşik yanı kompozit olmasıdır.
Osmanlı yayı ana hatlarıyla beş parçadan oluşmaktadır. Ortada kızılcık ağacından yapılan kabza bulunmaktadır. Kabza adından da anlaşılacağı üzere yayı germek için genellikle sol elimizle tuttuğumuz yerdir. Kabzanın her iki tarafında akça ağaçtan yapılan ve kabzayla birleşen parçalara sal denir. Yaya gücü veren ve atıştaki itme gücünü sağlayan parçalardan oluşmaktadır. Her iki salın uçlarında gürgen ağacından yapılan ve yayı germekte kullanılan kasan ve kasanbaşı bulunmaktadır. Görüldüğü gibi bu beş parça farklı ağaçlardan imal edilmekte ve organik tutkallarla birbirine yapıştırılmaktadır.
Usulüne uygun olarak yapılan bir Türk okunu, gerçek bir Osmanlı yayı ile gerekli disiplin ve ahlaka sahip bir Kemankeş;846.5m mesafeye fırlatmakta, bir karasabanın çeliğini delmekte ve bir çanı duvara çivileyebilmektedir.
Atış gücünün bu inanılmazlığı karşısında sadece 350 gram ağırlığında ve gerildiğinde 40 cm ye kadar küçülen Osmanlı yayları ile ecdadımız son sürat giden bir atın üzerinde dört bir yana ok atmasıyla ünlenmiştir.
Üst düzey birer kemankeş olan Fatihler, Yavuzlar ve Kanuniler çağ açıp çağ kapatmışlar ve eşsiz zaferlere bu güçlü yaylarla imza atmışlardır. Burada büyük birer kemankeş olan IV. Murat, III. Selim ve II. Mahmut’u anmadan geçmemek gerekir.
Düşünebiliyor musunuz? Beş bin yıllık bir birikim, uzun bir serüven, büyük bir çalışma, yüce bir zirve, erişilmez dünya rekorları sadece bir nesil sonra tamamen unutuluyor. Adı, esamesi anılmıyor. Yabancılar belgesel programları hazırlıyor, Türk okçuluğu adına kitaplar yazıyor, yere göğe sığdıramıyor, Hun imparatorluğunun büyük gücünün sırrını kompozit Türk yayları ile açıklıyor, Osmanlının fetihlerini yine eşi ve benzeri olmayan Osmanlı yayları ile özdeşleştiriyor. Ama bir tek biz bilmiyoruz.Biz hala Fatihin ve Yavuzun sağ elinin baş parmağındaki, ok atmakta kullanılan ”Zihgir” i sıradan bir yüzük zannediyoruz. Bugün geleneksel Türk okçuluğuna gönül veren ve Türk ok ve yaylarını orijinal hali ile imal etmeye çalışan fedakar insanları ve akademik alanda inceleme yapan ve geleneksel Türk yaylarıyla atıcılığı özellikle atlı okçuluğu geliştirmeye çalışan yiğit insanların desteklenmesi gerekmektedir. Kültür Bakanlığımızın, Gençlik Spor Genel Müdürlüğümüzün, Okçuluk Federasyonunun hatta Genel Kurmayımızın duyarlı yetkililerinin dikkatini çekmek istiyorum. İşin zor kısmını aşan bu değerli ustalara küçük destekler vererek, onların önderliğinde kurslar açarak Türk okçuluğunu tekrar canlandırabiliriz.