Fatih Genel
KÖYE GELİN GİDEN ŞEHİRLİ KIZ
Yayınlanma :
20.12.2009 18:46
Güncelleme
: 20.12.2009 18:46
Bir köye şehirli bir kız gelin gitmiş. Bakmış köy tezek kokuyor. “Ne kadar pis köyünüz var, her taraf kötü kokuyor! Ama siz merak etmeyin ben temizlerim, her taraf tertemiz olur” demiş ve başlamış temizliğe… Bir hafta sonra “Gördünüz mü bak, ben geldiğimde her taraf çok pis kokuyordu, şimdi pırıl pırıl oldu ve mis gibi kokuyor” demeye başlamış. Aslında değişen bir şey de yokmuş. Sadece bizim şehirli kız kısa zamanda köyün kokusuna alışmış o kadar! İnsanoğlu ilginç bir varlık. Hemen alışıveriyor; en garip durumlara, en acı yaralara, en kirli oyunlara, en kötü anılara her şeye. Gencecik, idealist ve hizmet aşkıyla yanan, bir an önce Anadolu’nun ücra bir köşesi de olsa büyük bir coşkuyla görev yapma azminde ki bir öğretmen, ıssız ve uzak bir köye tayin olup göreve başlıyor. Çok şaşırıyor. Çevre kirliliğine, öğrencilerin eğitim düzeylerine, velilerin duyarsızlığına her şeye şaşırıyor. Kısa bir süre sonra bir çoğunda bu şaşkınlık, bu heyecan kayboluyor. Alışkanlık hastalığı baş gösteriyor ve her şey normalleşiyor. İnsanları aydınlatmak üzere bir orman köyüne bir imam-hatip görevlendiriliyor ve çok geçmeden O’da köydeki çobanlar arasına karışıyor. En tepede de durum çok farklı değil. Ülkemizde iktidara gelen her parti ilk geldiğinde ve özellikle muhalefette sürekli eleştiriyor. Her şey çok kötüdür. Enkaz edebiyatları diz boyudur. Ama iktidara geldikten birkaç yıl sonra her taraf adeta güllük gülistanlık olmuştur.Tozpembedir. Kuşların ötüşü, güneşin doğuşu bile farklıdır. Kendi mesleğimde de benzer durumlarla karşılaşıyoruz. Daha staj dönemimde şunu fark ettim. Mülki idare mesleğine inanılmaz bir coşkuyla müthiş bir azimle başlayan genç kaymakamların büyük çoğunluğu çok değil sadece beş yıl sonra “aman sendeci”, “böyle gelmiş böyle giderci” oluyor ve “Kardeşim Türkiye’yi ben mi kurtaracağım” demeye başlıyor. Ama her meslekte olduğu gibi Kaymakamlıkta da mesleğinin son gününe kadar o ilk günkü heyecanını kaybetmeyen Mülki İdare Amirleri gördüm. Erzincan’da Efsane Vali Rahmetli Recep YAZICIOĞLU’ nun yanında staj yaparken, O’nun her gün ama her gün saat tam sekizde mesaiye başlayıp, günün geç saatlerine kadar on sekiz yaşındaki bir delikanlının heyecanı ve enerjisiyle görev yaptığını görüp izleyince, mesleğimin sonuna kadar hizmet heyecanımı kaybetmemeye azmetmiştim. Ne pahasına olursa olsun, hangi büyük engellerle karşılaşırsam karşılaşayım “adam sendeci” olmamaya karar verdim. Aslında bu kararım ve yaklaşımım önce bana, benim fiziksel ve ruhsal sağlığıma, benim mesleki kariyerime faydası olacağı çok açık. Ayrıca bu devlet, bu millet zorla bu makama bizi oturtmadı. Biz istedik. Hem de çok istedik. Bu görevi çok iyi yapacağımızı hatta herkesten daha iyi yapacağımızı iddia ettik. Bu görevin karşılığında milletimize layık olduğu hizmeti sunmak üzere iyi düzeyde maaşımızı da alıyoruz. Peki bu “adam sendecilik” bu “böyle gelmiş böyle gider” zihniyeti de ne oluyor. Bu büyük bir haksızlık değil mi? Bizimle aynı pozisyonda olan ama şu anda işsiz binlerce hatta milyonlarca genç varken bu güzel millete hizmet etmekte neden rehavet gösterelim ki? en iyi nasıl yerine getirebilirim, bu gün bu memlekete, bu yüce millete nasıl hizmet edebilirim… Yarın değil, öbür gün değil. Sadece bu gün…Gerçekleşmesi mümkün olmayan boş idealler yerine gerçekleşmesi mümkün olan, somut, belki minik ama gerçek adımlara daha çok önem verdim. Profesyonel dağcılar da Everest zirvesine minik adımlarla tırmanmıyorlar mı? Bir sorunla odama gelen her vatandaşımızı, sanki mesleki hayatımda ilk kez bir kişi derdini anlatmak ve çözüm bulmak için gelmiş gibi, bundan sonra da hiçbir vatandaşımız gelmeyecekmiş gibi düşünerek karşılamaya ve sorununu kendi sorunummuş gibi görerek ilgilenmeye gayret ettim. İnsanlara zenginliklerine veya sosyal statülerine göre değil, sadece insan oldukları için ve sadece Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı oldukları için saygı duydum ve onları bir “tarağın dişleri gibi” eşit gördüm. İnsanları, sorunları, amirleri, memurları, hiç kimseyi genellemedim. Kategorize etmemeye gayret ettim. Alışkanlık hastalığına yakalanmamak için mücadele etmeye çalıştım. Bir ilçede göreve başlamıştım. İnsanlarda yerlere tükürme alışkanlığı olduğunu fark ettim. Şiddetli bir tepki gösterdim. Bu kötü alışkanlıkla mücadele ettim. Hatta yerlere tükürmeyi yazılı olarak yasakladım. Bütün kurumlara talimatlar, genelgeler gönderdim. İlçeden ayrılma vaktim geldiğinde yerlere tüküren insanlar görmüyordum. Bu durumun, köye gelin giden şehirli kızın yanılması gibi bir alışkanlık olmadığına inanmak istiyorum. için, yanlışlıkları, pislikleri, hukuksuzlukları, ahlaksızlıkları ve usulsüzlükleri kanıksamamaya çalıştım. Her günü yeni bir başlangıç görmeye, her doğan güneşi yeni bir milat addetmeye gayret ettim. Evlilikteki mutluluğu “her geceyi gerdek gecesi bilme” sırrında gören Mevlana gibi mesaiye başladığım her günü mülki idare mesleğine başladığım ilk gün gibi algılamaya çalıştım. Yıllar önce yapmış olduğum başarılı çalışmalarla övünmemeye, ileriki yıllarda yapacağım hizmetlerle avunmamaya çalıştım. Belki çok büyük ideallerim olmadı. Çok büyük düşünmedim, küçük düşündüm. Bu günü düşündüm. Bu gün, bu görevi en iyi nasıl yerine getirebilirim, bu gün bu memlekete, bu yüce millete nasıl hizmet edebilirim… Yarın değil, öbür gün değil. Sadece bu gün…Gerçekleşmesi mümkün olmayan boş idealler yerine gerçekleşmesi mümkün olan, somut, belki minik ama gerçek adımlara daha çok önem verdim. Profesyonel dağcılar da Everest zirvesine minik adımlarla tırmanmıyorlar mı? Bir sorunla odama gelen her vatandaşımızı, sanki mesleki hayatımda ilk kez bir kişi derdini anlatmak ve çözüm bulmak için gelmiş gibi, bundan sonra da hiçbir vatandaşımız gelmeyecekmiş gibi düşünerek karşılamaya ve sorununu kendi sorunummuş gibi görerek ilgilenmeye gayret ettim. İnsanlara zenginliklerine veya sosyal statülerine göre değil, sadece insan oldukları için ve sadece Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı oldukları için saygı duydum ve onları bir “tarağın dişleri gibi” eşit gördüm. İnsanları, sorunları, amirleri, memurları, hiç kimseyi genellemedim. Kategorize etmemeye gayret ettim. Alışkanlık hastalığına yakalanmamak için mücadele etmeye çalıştım. Bir ilçede göreve başlamıştım. İnsanlarda yerlere tükürme alışkanlığı olduğunu fark ettim. Şiddetli bir tepki gösterdim. Bu kötü alışkanlıkla mücadele ettim. Hatta yerlere tükürmeyi yazılı olarak yasakladım. Bütün kurumlara talimatlar, genelgeler gönderdim. İlçeden ayrılma vaktim geldiğinde yerlere tüküren insanlar görmüyordum. Bu durumun, köye gelin giden şehirli kızın yanılması gibi bir alışkanlık olmadığına inanmak istiyorum.