Sokaklarda yıllardır sorun olan başıboş köpek dostlarımızdan bazıları aç, sefil, çaresizlik içinde insanlara saldırmaya hatta can almaya devam ediyor!. Bir türlü önlem alınmıyor ya da yetersiz kalıyor. Bir tarafta yolda aniden karşınıza çukur çıkabiliyor.. Kırık kaldırımlar, bakımsız sokak merdivenleri ya da sokak aralarında kentsel dönüşüm için yıkılan bazı binaların usulüne uygun yıkılmaması yüzünden insanlar ve çevre zarar görebiliyor. Gün geçmiyor ki; hız sınırını aşmış araçlarla ve kaldırımı bile yol bellemiş, ara sokaklarda fırtınada uçuş misali üzerinize doğru gelen motosikletlerle karşılaşmamış olalım. Geçmişte bu konularla ilgili olarak yazmıştım. Bu sorunlar devam ettiği için ve insan hayatını da olumsuz etkilediğinden, kendi yaşamışlığımdan da yola çıkarak yazıyorum. Üstelik, üzücü olaylar anlatılmasın da insanlar üzülmesinler denileceğine, vahlanmadan acılardan ders çıkarılması adına ve acıların anlaşılması açısından bu konuyu tekrar ele alıyorum. Emekli olduktan sonra tam da biraz rahat yüzü görmek istenilen zamanımızda böyle ansızın karşılaştığımız, birden içine düştüğümüz, tedbir alınmamış sorunlardan benim de başıma gelenler yüzünden, yıllarca ağrılar içinde yürüyebilme savaşı verdim.
Yetkililer, belediyeler artık uygulamaya geçerek bu sorunları kesin olarak çözmeliler!.. Toplumsal yaşamda huzur ve güven için daha yaptırımlı, eğitici kurallar olabilmeli ve uygulanmalı.
Ben 2015 yılında İstanbul'da, ana yol kenarında bir cafenin bahçesine ansızın doluşan aç kalmış zavallı köpeklerin ve cafenin zinciri açık bırakılmış sahipli köpeğinin saldırısına uğramıştım. Kurtuluşum mucizeydi. Onlarca köpeğin içinden kurtulmaya çalışırken yere düşmüştüm. Yanı başımda havlıyorlardı. Kıpırdama diyordum kendime. Düştüğüm yerde, başımı hareket ettirseydim başıma saldıracaklardı, hissediyordum. Gözlerim gökyüzüne sabitlenmiş bakarken, başımın üzerinden sürekli havlayarak diğerlerini gönderen geniş ağızlı köpeğin başını, kızgın parlayan gözlerini görebiliyordum. Başucumda bekliyordu. Beni kendisine ayırdı diyordu sessiz çığlıklarım. Bir süre sonra bacağımın hizasına gelmişti. Ayağımın ansızın, istemsiz hareket etmesiyle beraber bacağımdan elma ısırığı gibi küt diye ses duydum. Hiç acı hissetmiyordum. Bağıramıyordum. Bağırmak istiyordum, sesim çıkmıyordu. Cafe mutfağında çalışan kadınlar ilk yardımı yaptılar. Daha sonra hastanede doktor bana, acı hissetmeyişimin nedeninin o anda şoka girmemden dolayı olduğunu, hatta iki üç gün daha acı hissetmeyeceğimi söylemişti. Ertesi gün başımın arkasında ceviz gibi şişlik elime geldi, yere düştüğüm zamandan olmuşluğunu anladım, o da acımıyordu. Bacağım kötü durumdaydı. Yaralar derindi. İlk önce şırınga ile ilaç verildi yaraya. Tedavi gördüm, belli aralıklarla aşılarım yapıldı. Yürümekte zorlandım ve bir yılda iyileştim. Toplum Sağlığı Merkezi tarafından kayıt altına alındım. Bu dönemde yani 2015'te ağrılarımla beraber, geçmişten gözlemlerim, hafızamdaki birikimlerimle önce düz yazı olarak yazmaya başladım. Sonra yazdıklarımı alt alta getirince bir kısmının şiir olduğunu fark ettim. Yaşadığınız yerlere güven duygusunu kaybetmek hayatınızın en zor sınavlarından biridir. Çalışma yaşantınızda yalnızca çalışma ortamı ve şartları değil, içinde bulunduğunuz çevre, hatta yaşadığınız ev, apartman da sizin verimliliğinizi ve sağlığınızı şekillendirir. Gittiğiniz bir markette poşetlere, meyve, sebze, diğer ihtiyaçlarınızı kendi elinizle yerleştirirken o marketten çıkana kadarki aşamada poşetlerinize elleri değen görevlilerin temizlik kurallarına uydukları kontrol ediliyor mu, bu konuda bilgi onlara veriliyor mu bilemiyorsunuz!.
Binaların denetimi de, apartman yönetiminin de görevleri son derece önemli. Eski, bir türlü yenilenmeyen iki kişilik asansör bozulup ta içinde bir saat kaldığımda, oksijen tükenmek üzereydi. Haliyle yaşamıma olumsuz etkisi oldu. Bir türlü alınamayan önlemler, yetersiz cezalar, göz göre göre ihmallerden yitirilen canlar.. Zaten hayat şartları zorken insan hayatı, tüm canlıların hayatı bu kadar ucuz olmamalı. İzi kalıcı oluyor maalesef. Acılar kıyaslanmamalıdır. Çeşitli acılar vardır, acıtmaları farklı olsa da hepsi acıdır. Anılar önemlidir. Geçmişten ders alınmalı, hatalar tekrar edilmemelidir.
Yıl 2017'de İzmir'de, dikkat etmeme rağmen, oturduğum apartmanın bahçesine, kaldırımdan inilen bakımsız, ucuz malzeme ile yapılmış, fayans türü, kaygan sokak merdivenlerinden, yüksekten düştüm. Ben düştükten sonra bakımı yapıldı ve merdivenlere koruyucu şeritler de çekildi. Köpeklerin saldırısından bu yana daha yeni iyileşmişti bacağım ki, iyileşirken bir yandan da bacağımda incelme olmuştu. Kimileri acımı ne dinledi, ne de anlayabildi. Sokak merdivenlerinden düşünce de, köpeklerin saldırısına uğramış olan aynı bacağımın bu sefer de düşmemden kaynaklı olarak ayak bileği parçalandı. İki taraftaki çıkıntı kemiklerimin dağılma sesini duydum. O anda bacağım yattığım yerden birden yukarı doğru kalktı. Sesi duymama rağmen gene acı hissetmiyordum. Yine şoka girmişim, o yüzdenmiş acıyı hissetmeyişim. Ameliyat öncesinde hastane, botlarımı incelemek üzere istemişti. Doktorum bana, botumun sert olan bilek kısmının, ben düşerken ayak bileğime çarparken demir etkisi yapmış olduğunu söyledi. Ayak bileğimden iki taraflı ağır bir ameliyat geçirdim. Üstelik emekli olunca yıllarca giyeyim diye sözde kaliteli bot almıştım. Ucuz malzemeli, kaygan, bakımsız apartman sokak merdivenleri ile kalitenin buluşup çarpışmasından un ufak parçalanmıştı ayak bilek kemiğim. Botların da bilek kısmının sert olmaması gerekiyormuş. Doktorlarımdan biri, sadece Brezilya'da bulunan metal bir çubuğun da ameliyatımda kullanıldığını söyledi. Kalabalık doktor heyeti girmişti ameliyatıma. Ameliyat günü İstanbul'dan kızım İzmir'e hastaneye yanıma gelmişti. Ertesi günü gönderdim kızımı, iş değişikliği yapmıştı ve yeni işini kaybedebilirdi.
Ameliyat sonrasında tarifsiz ağrılar içindeydim, ağzımın kenarları yırtılmıştı ağlamaktan. Ayağımın altından dizime kadar uzanan, çok ağır demir kalıp üzerine alçı yapılmıştı. Ameliyattan bir hafta sonra eve geçince pansuman yapmaya, kızımın eşinin İzmir'deki akrabası gelmişti. Ayrıca İzmir'deki teyzesi de hastaneye gelip bana kol değnekleri getirmişti. Kan pıhtı atmayı önleyici iğneyi yapmayı hastaneden çıkmadan önce hemşireden öğrendim. Hatta ilkinde başarısız oldum. İğne tam girmemişti. Gösterdiği yere, verilen kutu bitene kadar evde her gün bir sefer şırıngayı saplayarak kendime iğne vurdum. Oysa çocukken iğneden çok korktuğum için okuldan kaçardım ve okulun çevresindeki esnaflar beni yakalayıp okula bırakır, iğne yaptırırlardı.
Ameliyatımın ilk aylarında yolculuk yapmamam gerekiyordu. Kızım, İstanbul'da bir süre internetten benim için yemek siparişi verdi. İşi gereği yurt dışına da gidiyordu. Alışverişime İzmir'de oturduğum apartmanın, apartman görevlisi yardımcı oluyordu. Komşumun eşi olan komutan da paça çorbası yapmış, eşiyle göndermişti. Günler sonraydı ve bana uğrayan bir tanıdık genç kız beni yıkamak istemişti. Tarifsiz mutlu olmuştum.
Düştüğümde şoka girdiğimden olsa gerek iki gün evin içinde beklemiştim. Vilada sapını kullanarak, tek ayak üzerinde zıplayarak hareket edebiliyordum. Gerektiğinde hemen hastaneye gitmeyi ihmal etmeyen ben, böylesi önemli bir olayda hastaneye gitmem gerektiğini bile düşünememiştim. O da şoktan dolayıymış. İkinci gece kalbimde çarpıntıyla uyanmıştım, lavaboya gidememiştim. Ters bir durum olduğunu o zaman bir anda fark ettim. Hem ayağım eğri şekildeydi, çok şişmişti, morluğu artmıştı, üzerine basamıyordum. Telefon ile Ankara'dan bir arkadaşımın İzmir'deki oğluna ve nişanlısı olan o genç kıza haber verebilmiştim, onlar beni hastaneye yetiştirmişlerdi. Herkesin de kendine göre işi gücü, sorumlu olduğu kendi yaşantısı vardı, çok nadir de olsa kısa süreli uğramak haricinde yanımda kimse olamıyordu. Çift değneği kullanmakta çok zorlanıyordum, yaklaşık üç ay sonra tekrar düştüm. Bu sefer de elimin kenarını ve parmağımı kırdım. Kırık elle, o şekilde bulaşık da yıkamaya çalışıyordum. Ağrılarım tarifsizdi, gözümden yaşlar kendiliğinden akıyordu. Kuşlar hep konuyordu pencereme, onların arkadaşım olduğunu fark ettim. Kanatçırpan ve Şehirbezgini diyordum onlara. Sürekli geliyorlardı ziyaretime. Yattığım yerde şiir yazmaya devam ettim, şiirlerim çığlıktı. Ve ben kitaplarımı bu şekilde, sancılar içinde yatarken yazdım. Ameliyatta yerleştirilen metallerden dolayı ayak numaralarım değişmişti. Ayak bileğim kalınlaşırken bir yandan da diz kapağıma doğru incelme oldu. Böylelikle 2015'ten 2017'ye bütünlük sağlandı, bacağımın tamamı inceldi. Kendimle dalga geçip, kendimi güldürmeye de çalışıyordum. Ankara'dan kuzenim bana ayağıma olabilecek esnek bot göndermişti. Zamanı geldiğinde onları giyebildim. Çok mutlu olmuştum. Ameliyatımdan 5 (beş) ay sonra kızım ve damadım, İstanbul'dan İzmir'e beni almaya geldiler. Yolculuk bu şekilde yapabilecektim. İstanbul'dayken, Sahlep tatlış köpek, kol değneklerimin yanında bekleyip, kalkacağımı anladığı zaman onları burnuyla bana yaklaştırıyordu. Bir süre yanlarında kaldım. 2018 yılı sonbaharında da İzmir'de kiraya oturduğum evden, daha ucuz ve bol oksijen olduğunu düşünerek Balıkesir-Edremit/Altınoluk (Mah) Köyü'ne kiraya taşındığımda yine kol değneğiyle yürüyebiliyordum. Zatürre oldum. Üstelik İzmir'den sonra ikinci zatürre oluşumdu. Köyde öğretmen komşum meslektaşım, bir gün tavuk etli çorba yapıp getirmişti, öyle makbule geçmişti ki onu da unutmuyorum. İzmir'de ameliyatımın ilk aylarındayken, Gazi Üniversitesi'nden devre arkadaşım o sıralar Amerika'daydı, oradan bana yazıyordu, moral veriyordu hep. Ankara'dan telefonla arayan, Ankara'da ortaokul ve liseyi aynı okulda okuduğum çocukluk arkadaşım da yine moral oluyordu bana. Beni duyanlara, anlayanlara, katkısı bulunanlara çok teşekkürler. Bu süreçte kendi yapacaklarımı yapmakta yetersiz kalıyordum, yapabildiğim kadarı oluyordu. Mücadele ettim. Hazırlayabildiğim yiyecekleri, poşete koyup yiyebiliyordum. Mutfak sandalye bile almayacak kadar küçüktü. Çay içmek istiyordum, çift kol değnekleriyle bardak taşıyamıyordum. Küçük kavanoza çay koyup, sapından tutabildiğim büyük cezve içinde kavanozu taşıyor, böyle çareler üretiyordum. Bunlar sadece birkaç örnek. Nasıl olduğumu dahi sormadan, beni daha dinlemeden, bana kendilerini anlatanlar da vardı telefonla. Ağrılar içinde, toplamda tam olarak 6 (altı) yılda yürüyebildim. Bu arada ağrı tamamen geçmiyor. Yürüyebildiğime şükrediyorum tabii de, şükrün kendisi çözüm değildir. Neden başkalarının ihmalleri, denetimsizliği, görev ilgisizliği, yetersizliği sebebiyle böyle telafisi zor ya da telafisi olmayan sonuçlar ortaya çıksın!.
Birilerinin sorumsuzlukları, çıkarları yüzünden başka hayatlar perişan oluyor, bunu fark edebilseler!. Acıları anlayabilseler!..
"Elinka" Emel Güneş
Yorumlar
Kalan Karakter: