HİDAYETE ERMEK
Eğer Allâh dileseydi, elbette sizi tek bir inanca sahip toplum kılardı... Fakat (Allâh), dilediğini saptırır ve dilediğini de hakikate erdirir... Yaptıklarınızın sonuçlarını yaşayacaksınız!
(NAHL 93/ AHMED HULÛSİ-KUR'ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ) -I KERÎM ÇÖZÜMÜ
Bu ayeti nasıl yorumlamak gerekiyor dersiniz?..
Şayet hidayet de dalâlet de Allah’tan ise, kulun üzerine düşen ne?
Nasıl mesul olabiliyor?
Bu şartlarda, bireyin yaptıklarından sorumlu olması düşünülebilir mi?
Mantıken olmaması lâzım. Ama oluyor.
Konuyu oldu bittiye getiren ve kadercilik kapsamında değerlendirmek isteyenler için ilk uyarı Hz. Muhammed (a.s)’dan...
Onun, “Allah’ın takdiri bu, bana bunu cebren yaptırıyor, diyen Cebriye görüşünün sonu cehennemliktir” şeklindeki uyarısını hatırlatalım.
Demek ki, bu açıdan yaklaşarak soruyu çözebilme imkânımız yok. Sufi gözle-teklik açısından bakmadıkça- çözülecek gibi de görünmüyor.
Şimdi varsayım olarak Ben ve Sen gibi iki varlık düşünelim. ‘Ben’ O’nun Ahadiyet yönünü yani hüviyetini, ‘sen’ ise kulluk yanını temsil etsin.
Benlik ile ‘hidayeti’ ve ‘dalâleti’ oluştururken, sen yönüyle birey, yaptıklarından sorumlu tutuluyor. Yani bir bakıma Allah dilediğini yapıyor, kul sorumlu oluyor.
Burada alt boyutun üst boyutu suçlama gibi bir lüksü yok. Kulda serbest irade (cüz-i irade) gibi bir anlamı da kabul etmek çok yersiz. Zira, varlık bir bütün. Kısacası bölünme, parçalanma gibi bir durumun olması da mevzubahis değil.
Bu takdirde Külli bir hakikâtten başka hiçbir şey olmadığına göre, sorumlu olan kim?
Bu sorunun yanıtını şöyle verebiliriz:
Sorumlu olanı Uluhiyyet kemâlatı ile birimden görmek gerekir ki, birimliliğin hakkı verilmiş olsun.
Değerli dostlarım. Allah cennet ve cehennemi yarattığına göre, dilemesi de elbette hidayet ve delâlet üzerine olacaktır. Bir başka ayeti kerimede “Hayır ve şer Allah’tandır” demiyor muydu?
Nitekim benzer durum, başka ayeti kerimelerde de göze çarpıyor:
Kesinlikle sen, sevdiğini hakikate erdiremezsin! Ne var ki Allâh dilediğini hakikate yönlendirir! HÛ hakikati yaşayacakları bilir! (Çünkü kendi Esmâ'sıyla o istidat ve kabiliyette yaratmıştır onları.) (Kasas suresi/56- AHMED HULÛSİ-KUR'ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ)
Böylece sana hükmümüzden ruh (Esmâ mânâlarını şuurunda hissetmeyi) vahyettik... Sen, Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsi nedir, iman neyedir bilmezdin! Ne var ki, biz Onu (ruhu), kendisiyle hakikate erdirdiğimiz nûr (ilim) olarak meydana getirdik, kullarımızdan dilediğimize! Muhakkak ki sen de kesinlikle hakikate (sırat-ı müstakime) yönlendirirsin!
(Şura suresi/52- AHMED HULÛSİ-KUR'ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ)
Allah ehline göre burada bahsi geçen ve Efendimizin (a.s) elinde olmadığı belirtilen, Allah’ın Zâtına olan hidayettir. Allah’ın Zâtında – hiçlik boyutunda-hidayet veya benzer vasıflarının varlığı mümkün olamayacağına göre, Allah’ın bu noktaya olan hidayeti kendi isminin manasının karşılığı olmaktadır.
Bu boyut, “HİÇ” olarak ifade edilebilir. Anlam kalmayıp Hiç olunca, hidayet olmaktan çıkar
Rasulûllah Efendimizin elinde olan hidayet ise, bireyi İlahi yola, Hakk’a ulaştıran hidayettir.
Bu anlamda “Sen dilediğine hidayet verirsin” demektedir.
Gerçekten seçici olabilirsek bu ayrıntılar oldukça fazla olur, ‘Körlüğümüz’ biter.
Ahmed F. Yüksel