FARKIN FARKINDALIĞI
Yazının başlığında ifade edilen durumun günlük olaylar nedeniyle sık sık aklımıza gelmesi ve kullanılabilir hale dönüşmesi, belleklerimizde fazlasıyla yer tuttuğunun göstergesidir.
Bu kavramı önce, fiziksel bir olaya dayandırarak izah edelim...
Farkına varmanın tersi gibi görünen dalgınlık, bir başkasında bırakılan izlenime göre tarif edilebilir ancak. Dalgınlığın farkına varabilmek de şu şekilde mümkündür:
Dalgınlık pozu, yanındakine ilgisizce davranma, dikkatini bir şeye toplayarak ona uzun uzun bakma, bulunduğu zamanı unutma şeklindedir. Dalgınlaşan kişi, baktığı nesnenin üzerinde bir şeyler düşünür. Bu arada başkaca bir görme eylemini düşünmeye çalışmaz. Bu kendine dönük hali, ötekine ilgisizlik olarak yansır. Devam ederse, ikaz edilerek eski halini alması sağlanır.
Böylece, birey durumunun farkına varır.
Bu örneğin mistik alandaki yansımalarını da izlemek mümkün...
Çoğunlukla “mistik edebiyat” şeklinde algılanan olguyu, ben “mistik felsefe” olarak nitelendirmişimdir. At gözlüğü ile bakışımızın ufkunu sınırlayan görüşün farklılaşması bakımından bunu söylemek zorunluluğunu hissettim...
Tasavvuf felsefesi, insanlar arasındaki ilişkileri ikinci plana atmış, dar kalıpların dışına çıkarak, bireyin kendi özünde var olanla ilgilenmesini temin etmiştir.
Maalesef, bu çıplaklığı görmeyenler, mistisizmi “edebiyat, şiir” gibi deyimlerle kaypak bir zemine oturtmaya teşebbüs etmekteler.
Bu halde olanların, farkı mutlaka yakalamaları gereklidir.
Hz. Rasulûllah’ın (a.s.) “Onlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” sözünün tam anlamıyla bilinmesi ve yaşanması ile arzulanan fark kendiliğinden gelecektir.
Mistisizm, pek çok yetenekli insanı özüne kazandırabilecek değerlendirmeleri oluşturmak için çaba sarf ediyor.
Her aşamada bireyleri cezbetmeye çalışırken, kapasite ve yetenekleri yanı sıra, cinsiyet ayrımı yapmayan bir uygulama getiriyor.
Tasavvuf felsefesine gönül vermiş Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaşî Veli, Mevlâna Celaleddin Rumi gibi erler; din, dil, ırk farkı gözetmeksizin, Hıristiyan ve Yahudi cemaatlerinden bireylerle veya İslâm dinine mensup olup da kendilerine muhalefet gösterenlerle sohbet etmişler, ayrımcılık yapmadan, katı, bağnaz, tutumlarla kırıcı olmaktan ziyade, gerçekçiliğe dayanan, ısrarcılıktan uzak, farklı bir atmosfer içinde ve mutlak bir hoşgörüye dayalı konuşmalarla yaklaşım sağlamışlardır.
Bu tavır ve hareketlerdeki enteresanlığı sezinleyen, algılayan kişiler de koşar adımlarla kurtuluş dinine yönlenip fayda temin etmişlerdir.
Bir kısmı da basiretli adımlarla varlığın özüne inmeyi başarabilmiştir.
Anlatılanlar bir yana, farkın farkındalığına varabilmek; bizi en azından korkularımızdan, vesveselerimizden kurtarıp gözlerimizi yeni perspektiflere açarak, miskin Yunus’un deyimiyle “kendimizi ne sanıyorsak karşımızdakini de o sanmak” aşamasına getirecektir...
Bu bakış açısı, bireye eskisinden oldukça farklı bir “ben” anlayışı getirirken, “Ben ve ötedeki”, farkın farkındalığıyla bütünleşmektedir.
Ahmed F. Yüksel