DÖKÜLEN SÜTE AĞLAMANIN FAYDASI YOKTUR.
“Kendini başka bir adamım mevkiine koyabilen ve kafasının nasıl işlediğini kavrayan bir kimse, istikbalin kendisi için ne sakladığını merak etmekten kurtulur.”- Dale Carnegie-
Nedense son yıllarda gözlediğim çok önemli bir duygu sakatlığı içine girdik. Acaba gök bilimcilerin ve bilim adamlarının söyledikleri şu çok merak ettiğimiz “foton kuşağı sendromu” olmasın. Hani kimi insanların “ çakralarının açılacağı, kimimizin de kapanacağı” hakkında teorileri yazıldı-çizildi.
Bunu neden düşündüm? Zira biz insanların çoğunda bir “uyku sendromu” görmekteyim. Duyarsız, tepkisiz ve hemen boyun eğer kişilik rengi çiziyoruz. “Aman bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” benzeri bir umarsızlık içindeyiz. Bunun yanı sıra çok sıkılır olduk. Sabırsız olduk. Aceleci olduk. Kararsız olduk ki, bu huy insanoğlunun en kötü yan etkilerinden biridir. Şimdiyi, bugünü, yarınlarımızı bir mıknatıs gibi kendine çeker, olumlu olumsuz riskleri göz ardı edip geleceğimizin yanlış şekillenmesine yol açar. Birlikte yaşadığımız, bir arada olduğumuz insanları etkileyeceği gibi ciddi kazalara da yol açar.
Düşünme eylemi, insanın en doğru karar vereceği bir eylemdir. Bu süre bir dakika, bir saat, bir gün, bir ay, bir yıl olacağı gibi “bir an” da olabilir. İşte bu bir anda verilen kararlarımız çok değerlidir. Seçimlerimizi, tercihlerimizi ve geleceğimizi belirler.
Bir gün bir dostum bana elindeki kitabı göstererek “bu yazar hakkında bir fikrin var mı, nasıldır, okunmaya değer mi? diye fikrimi sormuştu. Kitabın adı “Dost Kazanma Sanatı” idi. Yazarı da en beğendiğim ve “Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak” adlı kitabını severek, defalarca okumaktan yorulmadığım Dale Carnegie’ydi. Kitabın birkaç sayfasını aynı beğeniyle çevirdim, her paragrafı her sözü altın gibi ışıyordu gözlerime doğru.
“Karşılaştığınız her insan bir bakımdan kendini size üstün tanır, onun kalbine girmenin en emin yolu kendi benliğinde duyduğu büyüklük hissini sizinde tanıdığınızı ona içtenlikle hissettirmektir.” Diyordu yazar.
Okuduğum bu sözcükleri düşünmeye başladım: Benlik duygusu, doğadaki her canlıda var olan bir içtepinin dışa vurumu değil midir? Hiç unutmam bir TV programında hayvanlar âlemini izliyordum; iki çıngıraklı yılan bir mağara da ilerlerler. Biri çıkışa doğru yol alırken diğeri de mağaranın içine sürünürken dar bir geçitte yolları kesişir, önceliği kim alacak acaba, diye düşünürken bir iki dakika kuyruk uçlarındaki çıngırak sesleri ile gövde ve güç gösterisinde bulunurlar. Birinin pes edişine kadar sürer. Pes eden yılan daire şeklinde kıvrılır ve hareketsiz bir şekilde olduğu yerde bekler. Güçlülüğü tescillenmiş yılan ise ona zarar vermeden yanından sürünerek gider. Özellikle insanlarda oldukça farklılıklar gösteren bir imajla cilalı kişilik renkleri “ben” vardır. Benim arabam, benim evim, benim işim, benim eserim benim… Benim… Vs. alır başı gider. Hep kendisidir muhteşem ve mükemmel olan. Hayvanların da imajı, erkeklerinde bir heybet ve güzellik görmekteyiz. Erkek tavus kuşu muhteşem doğanın fosforlu renklerine bürünmüşken, bir erkek aslanın iri ve kabarık yelesine hayran kalırız. Sözü uzatmak istemiyorum. Yasalar ve kanunları düzenleyene gereksinimi olmaz hayvanların. Çünkü doğa kendini korumakta hatta kanunu ve yasaları da doğal işlemektedir. Biz insanlar o doğayı katletmedikçe.
Kanunlar dedim de aklıma geldi şimdi, hiç duydunuz mu artık bankalar tüketiciyi koruyan yasalarla karşı atağa geçmiş. Hemen hemen hepimizin mutlak kullandığı en az bir kredi kartına sahibiz. Peki, kredi kartlarının süresi dolmadan, kapınızı bir kurye veya posta memuru çalarsa, “hanımefendi veya beyefendi sizin kredi kartınız falanca banka tarafından yenilenmiştir, eskisinin süresi dolduğu için” dese ve bir sözleşme imzalamak üzere size kalem uzatmış olsa ne yaparsınız? Tabi ki hiç düşünmeden yeni kredi kartına kavuşmak için, bir de yarım saat sürecek olan minik yazıları okumak, kanun maddelerden sıkılan biz, bir de postacıyı kapıda bekletmemek için hemen imzalarız.
İşte o an bizi ilerleyen zamanda nasıl bir tuzağa düştüğümüzü anlamadan, bilmeden masumane bir imza, bizi belki de bir felakete götürecek imza olduğunu bilmeden hem de…
Güven duygularımıza tam teslim olmadan o sözleşmeyi iyice ve sabırla okuyup, haklarımızı öğrenmeliyiz. Şimdi bu yazıyı okuduktan sonra bazılarımızın aklından “ ama ben geçende imzaladım, şimdi ne yapmam gerekir?” diye de endişelenecektir. Peki, böyle bir durumda ne yapmalıyız?
Der ki Dale “Dökülen bir süte ağlamanın faydası yoktur: Yapacağınız iş bundan sonra sütü dökmemektir. Haberin kaynağından öğrendiğime göre, doğruca bankaya gidip, o sözleşmeyi feshetme hakkımızı kullanabileceğimizdir.
Önemli olan batan bir günün ardından ağlayacağımıza, ona yeniden kavuştuğumuzda, acele etmeden nasıl ve neye doğru karar vereceğimizin farkında olabilmektir.
Size bugünden sağlıklı, hatasız, mutlu yarınlar dilerim.
Emine PİŞİREN/ Zeytinli-Edremit
Şair-Yazar-Editör
Kaynak Bilgi Adresi: www.kamudanhaber.com