HÛdur, Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın (HÛdan gayrı olarak hiçbir şey yoktur)! O Bi-küllî şey'in (Esmâ'sıyla her şey'i yaratmış olan olarak) Aliym'dir (Bilen'dir şeylerin tamamını)! [Hadid Suresi-3/ Ahmed Hulusi- Kur’an-ı Kerim Çözümü]
Bu ayetin yorumu sizce nasıl olmalı?
Evvel ve sonra, zahir ve batın yani algılayıp algılayamadıklarınız; beş duyu ile değerlendirebildikleriniz ya da değerlendiremedikleriniz, tanıyıp tanıyamadıklarınız, beğendiğiniz veya beğenmediğiniz, nefret ettiğiniz, arkasından durmadan çekiştirip kötülediğiniz, seçip seçmediğiniz, ez- cümle kâinatta ne varsa, O’ dur diyor açıkça. Bu ayet, Vahdet-i Vücud’u gösteren bir emsaldir.
***
Denizin suyu temiz, ölüsü helaldir.” (Hadis)
“Ölülerinizin kefenlerine ihtimam göstererek güzel olmasını sağlayınız. Çünkü onlar, kabirlerinde birbirlerini ziyaret edecek yani kefenlerinin güzelliğinden dolayı Allah-u Teala’ya şükrederler.” (Hadis)
“Takva kelimesi ne ifade eder. Bu kavram ile ilgili hususları biraz açar mısınız?”
“ Gerçek manada tevhit ne demektir?”
“ Vahiy nedir, çeşitleri nelerdir?”
“ Seyec’alalllahu ba’de usrin yusra.”
Bu iki hadisle üç sorunun, duanın anlamı ve yorumu nasıl olmaktadır.
Bunları nasıl anlamalıyız?
Şimdi sıra ile ilk hadis-i şeriften başlayalım ve hemen herkesin anlayabileceği zahir anlamı üzerinde duralım: Deniz, büyük bir su kütlesidir. Bünyesinde her an bir sirkülâsyon mevcuttur. Bu bakımdan temiz kalır. Ama bu suyunun içileceği anlamına gelmez. Çünkü, tuzludur.
Dolayısıyla, deniz ürünleri, üzerine atılan artıklar/yiyecekler temiz kalır, yenebilir sağlığı bozmaz. Ayrıca, ganimet, hak iddia edilmeyen batık hazine, sahile vuran eşyalar, sahipsiz oluşu nedeniyle (ölü kavramı bunun için kullanılıyor) helaldir. Alınıp, kullanılmasında mahzur yoktur.
Hadisin batini anlamı ise şöyledir: Zahir bölümünde ayrıntıları dillendirmek için özellikle “deniz suyu” ifadesini ele aldık. Ama “deniz” ve “suyu” kelimelerine takılıp kalmak gerekmiyor. Takdir edersiniz ki, bu iki kelime birbirinden ayrı değil. Tabi bunun farkını kavramak da bir ‘zihniyet’, bir ‘anlayış’ işi. Bu açıdan baktığımızda, sadece “deniz” dememizde bir sakınca yok. Bu kavram, tasavvufi anlamda ilme işaret eder. Haliyle arıdır. Helal olan şeyler, bu ilimde mevcut olan manalardır. İnsanlara hidayet vesilesi/helal olan manalar için mecazen “ölü” tabiri kullanılmıştır. Çünkü bu manaların varlığı Allah’a aittir.
İkinci Hadise gelince; ölülerin kefenlerinin güzel olmasına özen gösterilmesi, kefenlerin özene bezene, pahalı kumaşlarla yapılması ve maliyeti yüksek bir tabuta gömülmesi anlamına gelmez. Burada kast edilen şey, kişinin ebedi yolculuğuna çıkmadan önce İslâmi kurallara uygun şekilde, dualar ve hayırla ahirete intikal etmesini temin etmektir.
Nitekim, cenaze namazında hoca “onu nasıl bilirdiniz?” diye sorduğunda, cemaatin yanıtı ‘iyi bilirdik’ olur. İmam üç kere ‘hakkınızı helal edin’ der ve cenaze namazındakiler her seferinde o mevtayı tanısın tanımasın ‘helâl olsun’ diyerek karşılık verir. Bu, Hakk’ın rahmetine kavuşan kişiye son yolculuğunda yapılan insani bir iyilik, enerji yüklemesidir. Söz konusu durum, pek tabiî ki onu güçlendirir ve hoşnutluk yaratır. Bu merasim, iman ehli için geçerlidir. İnanmayanlara da aynı usul tatbik edilir, ama olumlu bir hali getirebileceğini söylemek mümkün değildir. Tekrar ediyorum: Kabir yaşamında enerjetik bedenlerin rahat olmaları, önceden yapılan enerji yüklemesi ile mümkün olmaktadır. Ve bu hal, Allah Resulünce (s.a.v) “kefenlerin güzelliği” şeklinde ifade edilmiştir. Bu şekilde müminler, gayet memnun bir halde Allah’a şükrederler. Çünkü bu boyutta son derece kaliteli insanlarla ilişkiye gireceklerdir. Aksi halde, orada neler mi yaşanır? Bu soruyu ehline sorun. Detaylarını bilemiyorum, ama herhalde, insanın anasından emdiği süt burnundan getirilir.
Takva ile ilgili şunları söyleyebiliriz;
Dinin esasları üzerinde bulunmayıp sonradan abuk sabuk yollarla bu konuya sokulan ve bir inançmış gibi gösterilen söz, fiil ve davranışların aksine, gerçekleri tam olarak ortaya koyan bir sınıf bulunuyor: Takva ehli.
Lügatta takva’nın karşılığı şu: Korunmak, sakınmak, himaye etmek, bir şeyi muhafaza etmek, ıslah edip düzene koymak. İslam terminolojisinde ise 'takva', kişinin kendisini Allah'ın korumasına, himayesine alarak ahirette azap ve cezaya neden olabilecek her türlü durumdan titizlikle koruması, günahlardan kaçınıp iyi ve faydalı eylemleri yapması anlamında kullanılıyor.
İttika kavramı Arapça’ da ‘korunma' manasına gelirken, ‘korunan’ anlamındaki muttaki sözcüğü de takva sahiplerine işaret ediyor. Bu nedenle, takva sahibi kimseye 'muttaki' de deniyor. Muttakileri deşifre eden önemli özelliklerin başında özetle, Kuran’ın onlara hidayet vesilesi olması, gayb’a kayıtsız şartsız iman etmeleri, namazı ikame edişleri ve kendilerine verilen rızklardan infak etmeleri sayılır.
Şimdi konuya felsefi bir yaklaşım yaparak şu soruyu yöneltelim: Bu değişmez doğrular üzerinde yoğunlaşmalarından ötürü ve bir an bile gaflette bulunmayan bu İslam sınıfı ‘bütün üstün özelliklerine rağmen’ neden sistemin ana temasını teşkil eden evliya zümresinden sayılamıyor?
Kanaatimi soracak olursanız, onları velâyet kemalâtına eriştirmeye engel olan en önemli faktör ‘infak’ etmedeki tutumlarıdır derim. Diğer engelleri de lütfen siz düşünün.
Tevhitle ilgili sorunun yanıtı da bizce şu şekilde oluyor: Gerçek anlamda bu sözcük, Tenzih ve Teşbihin eş değer şekilde yaşanmasıdır. Teşbih tarafı olmayan tevhit görüşü, kişiyi tanrı anlayışı istikametinde yaşatır.
VAHY’İ “Meleki boyutun, ilahi hükümleri beşeri boyuta yansıtması” şeklinde tanımlamak mümkündür. Çeşitlerini de şöyle sıralayabiliriz:
1 - Eşyaya yapılan vahiy: Arza, semaya yapılanı. Örnek (Zilzal suresi/5)
2 - Hayvanlara yapılan vahiy: Arıya yapılan vahiy. Örnek ( Nahl Suresi/68)
3 - Meleklere yapılan vahiy: Örneğin Cebrail’e (a.s) olanı. Örnek (Enfal/12)
4 - Nebi ve Resuller dışında diğer insanlara yapılan vahiy. Örneğin;
a) Hz. Musa’nın annesine yapılanı. Örnek (Kasas Suresi/7)
b) Havarilere yapılanı. Örnek (Maide/111)
5 – Sadece Nebi ve Resullere yapılan vahiy: Örnek (Nisa/163) ve tümü. Tevrat’tan tutun diğerlerine kadar.
Duanın orijinal çevirisine gelince: “Allah zorluktan sonra, kolaylık oluşturur.” şeklindedir. Yorumu da şöyle yapılabilir: Her zorluğun arkasında bir kolaylık vardır. Bu bakımdan, yaşadığınız olaylara takılıp kalmayın. Bu açıklama, zorluk anında bile olsa, insanlara bir umut ve rahatlık gelecektir anlamındadır. Önemli olan, bu bozuk zihniyetin devam etmemesini temin etmektir.
***
“Kardeşine yardım et. O ister zalim, isterse mazlum olsun.” (Hadis)
Acaba bu söz ile ne denmek isteniyor?
Bak dostum!
Birisine iyilik yapma düşüncesindeysen, tefrike girmemen için bir uyarı var. Muhatabın ister mazlum, ister zalim senin için bir şey fark etmemeli.
Bu şekilde bir davranışın tevhide de uygun oluyor.
***
“Bu ümmetimin münafıklarının çoğu Kuran okuyucularıdır.” (Hadis)
Neden acaba?
Daha önceleri söylediğimiz gibi, bir işi anlayarak bilerek, anlamı üstünde durup yeni şeyler ortaya koyarak yapabilmek başka, ‘laf ola beri gele’ şeklinde, sanki vazife imiş gibi yerine getirmek başka. Demek ki anlamadan yapılan işler- özellikle Kur’ân-ı Kerim’i bu şekilde okumak- insanı münafık sınıfına sokmaya yeterli bir neden imiş.
***
“Âlim, ilmi bir cemaate tahsis edip diğerlerini mahrum ettiği zaman, o ilimden âlim de talebesi de faydalanamaz.” (Hadis)
Yeri gelmişken belirtelim: Efendimiz (s.a.v)’in bu uyarısı çok açık ve kapsamlı. Allah ilminin ortaya konmasında, özellikle kayırmacılığın/küslüğün olmaması gerektiğinden bahsediyor. Esasen, Âlim olanlarımız da buna uyuyor. Şöyle ki; yapılan çok yeni bir çalışmayı veya bir dokümanteri bir şekilde ilgilenenlere ulaştırıyor.
***
“Bela, erkek ve kadın müminin kendinde, çocuğunda ve malında, Allâhû Teâlâ’ya günahsız olarak kavuşana kadar eksik olmaz.” (Hadis)
Bu hadisi nasıl yorumlarsınız?
Şöyle düşünelim, bir insanın veri tabanında sahiplendiği neler var? Analiz edelim: Önce benliği (izafi benliği anlamında söylemek istiyorum), sonra çocukları, arkasından da malı gelir değil mi?
İşte kendine, yakınlarına ve malına bir bela geldiğinde sabrederek gereken tepkisizliği gösteremiyorsa, bunların kendisini etkilemediği, vakur, dingin ve dengeli hale gelene kadar, içine düştüğü ‘zillet’ yok olmayacak demektir.
***
Hz. Ali buyurdu ki:
“Büyüyüp Rabbimi tanımadan, küçük yaşta ölüp cennete girmek beni sevindirmezdi. Allahu Teâlâ’yı en iyi tanıyan kimse, haşyeti en fazla, ibadeti en çok yapan ve Allah rızası için nasihati en güzel yapandır!”
Bu sözden ne anlam çıkarılmalı?
Haşyetin Vahdet yaşamı olduğunu, korku ile hiçbir alakasının bulunmadığını bilmem, söylememe gerek var mı? (Bu hal olmadan/yaşanmadan cennete girmenin hiçbir esprisi yok gibi. İster küçük bir çocuk, isterse yetişkin bir insan olsun. ) Tarihin görüp göreceği en büyük velilerden biri olan Hz Âli’nin kastettiği şey bu. Ayrıca O; sistem yaşamına da önem vermiş ve üzerinde durmuş. Sözlerinde bu ayrıntı da var. Çünkü ikisinin birbirinden ayrılması mümkün değil.
***
Aymazlık nedir?
Baştan söyleyeyim. Bir uzman değilim. Gördüğüm kadarı ile “Aymazlık” dilimize yeni giren, daha doğrusu kullanılmaya başlanan bir kelime. Bu bakımdan birçok kişiye yabancı gelebilir. Türk Dil Kurumu lügatinde 'Çevresinde olup bitenlerin farkına varamama durumu' olarak açıklanmış.
Bu hal, doğal ya da kapasitesizlik ve beceriksizlikle ilgili olabildiği gibi, bilinçli/planlı olarak, müsamaha gösterir şekilde de kullanılmaktadır.
Kısacası, farkına varamama hali var ortada. Bilinçli olanına gelince; örtülmesi gereken bir pozisyon vardır ki, bu şekil de pas geçiliyordur.
Sebebi de işlerin rayında yürümesini temin etmektir. Bu durumda ses çıkarmak gerekmez. Zira, böyle bir ortamda eleştiriyi hak edenleri ön plâna çıkarmak, çalkantı yaratılması demektir ve beraberinde başka riskleri de getirebilecektir. İkinci ve önemli bir faktör, aymazlığa konu olan kişilerin gerçekten çok kapasiteli olmalarıdır. Onların ileride faydalı olacakları bilinir. Bu bakımdan üstünde pek fazla durulmaz. Müsamaha gösterilir.
***
Beyin mi, kalp mi?
Her ne kadar toplumsal yaşamda beyinden kasıt mantık, akıl; kalpten kasıt, duygular ise de tasavvuf felsefesine göre ortak bir mana mevcuttur: ŞUUR!
Konuya tıp açısından baktığımızda ise kalbi beyinden ayrı, istemsiz şekilde hareket edebilen, bedenin tek organı olarak görüyoruz. Çünkü, beyinde bir travma (sarsıntı) oluştuğunda onu besleyecektir.
***
Örtücü olmak gerekiyor mu?
Bu noktada Efendimizin (s.a.v) “İnsanlara akılları istikametinde konuşun” şeklinde çok ciddi uyarısı var. Bu sözü uygulayanlar mutlaka yararlarını görüyor. Ne var ki, örtmenin çözüm yolları üzerinde iyice düşünmek gerekir. Tek taraflı oluyorsa kısa devre yapabilir ve bunun altından kalkılması güç olur. Kafa karışıklığı ise bu tabloya tuz biber eker.
Ben, geçiciliğin içinde kalıcılığı yakalamaya çalışan biriyim. Bu nedenle hakkımda ne söylenirse söylensin ‘evet, gerçek payı vardır” diyebilirim.
Ancak, yaşamda sus pus olmayacaklar, heyecan duyabilecek olanlar mutlaka vardır diye de düşünüyorum. Bilmem, ne demek istediğimi anlatabildim mi?