DÜNYADAKİ RIZIK VE SERVET HİSSEMİZİ DEĞİŞTİREBİLİR MİYİZ?
“Dünyanın tamamını iki şeyde buldum” der Ebu Hazim ve devam eder “ Birincisi benim rızkım(rızık:yenilen içilen faydalanılan şey), ikincisi başkasının rızkı…Benim rızkım olan, şayet ben bir rüzgara binsem ve ondan kaçsam da sonunda yine bana ulaşır..Başkasının rızkını kendime mal etmek için rüzgar üzerine binsem peşinden gitsem asla ona yetişip elde edemem…”
Bu gerçeğe rağmen çoğumuzun zihnini “elde edememe” ve “kafi gelmeme” endişesi meşgul ediyor.
Halbuki bizi mutsuz edip hayatımızı çekilmez hale getiren bu endişe ve telaş aslında son derece yersiz.
Allah Kuran’da bizi yeryüzünde en fazla meşgul edip huzursuz eden, üzüntü ve kavgalara sevk eden yeme , içme, kullandığımız malların ifadesi olan rızık konusunda çok net biçimde bize olur garanti verir:
“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın üzerindedir…”(Hud Suresi 6. Ayet)
Allah zorunlu olmadığı halde böyle bir ifade kullanıyor, çünkü her canlının yiyeceği içeceği şeyler, elde edeceği mal mülk hepsi ezelde zaten belirlenmişti.
Bu nedenle bütün canlılar için takdir olunan rızkın artık artması veya eksilmesi mümkün değil.
Yaşamımız boyunca arttığı, eksildiğini algıladığımız rızıklarımız, zenginliğimiz, servetimiz aslında ezelde belirlenmiş programın hayatımıza tecelli etmesidir.
İnsanlar için rızkı anne karnında başlayarak son nefese yani ölüm anına kadar ruhlar aleminde belirlendiği ve emanet bırakıldığı program dahilinde tezahürden ibarettir.
Hepimizin şu an kalan hayatımız boyunca belirli olan ve artıp eksilmesi mümkün olmayan rızkımızın bize ulaşması Allah’ın garantisi kapsamındaysa da bize ulaşması “sebeplere” bağlıdır.
Yeryüzünde “sebepler kanunu” caridir ve her zaman hükmü bu kanun çerçevesinde icra olunur.
“Nasıl olsa rızık Allah’ın garantörlüğünde artıp eksilmeden ayağıma gelir ağzıma düşer“ düşüncesinin İslam’da yeri yoktur.Rızık tevzii ve dağıtımı “sebepler kanunu” gereğince çalışma ve gayrete bağlanmıştır.
Nitekim Necm Suresi 39 Ayet çok açık bir uyarıdır:”İnsana, kendi çalışmasının karşılığından başka bir şey yoktur.”
Bu “çalışarak elde etme” durumu ezelde belirlenmiş programa aykırılık değil ona hürmet ve ilahi emre uygun hareket etmektir.Öte yandan sebepler kanununa riayetsizlik İlahi emre isyandır.
“Dünya hayatında onların(insanların) maişetlerini aralarında biz paylaştırdık…Birbirlerine iş gördürmeleri için de kimini(in maişetini) derecelerle ötekine üstün(fazla) kıldık…”(Ez-Zuhruf Suresi, 32. Ayet) ilahi taksimin ifade ettiğimiz gibi ezelde taksim edilip paylaşımın belirlendiğini açıklarken insanlar arasındaki rızık, mal mülk, zenginlik taksimindeki farklılığın sebebini, hikmetini açıklamaktadır.
Allah diyor ki “Rızıkları paylaştırdık” yani paylaşıp bitti, her bir insanın yiyeceği, içeceği, edineceği her şey belirlendi…İnsanlara farklı zenginlik dereceleri şeklinde bu paylaşımı yaptık çünkü insanlar birbirlerine muhtaç ve birbirinin işini gören durumda topluluk halinde yaşasınlar istedik.
Şayet hayat nizamı insanların keyfi idraklerine, birbirine uymayan isteklerine, her an değişen emellerine kalsaydı kainatta anarşiden başka bir şey görmek, insanların birlikte topluluk halinde yaşamaları mümkün olmazdı.
Havadaki, karadaki, sudaki canlıların gıdaları kendi bulundukları mekanların özelliğine ve her canlının vücut yapısına göre ayrı ayrıdır ve kainatta tezahür eden sayısını bilemediğimiz her bir canlı için ayrı ayrı ve farklı farklı taksim edilmesi ve hiç aksamayan bir program içinde her bir canlıya ulaştırılıyor olması akıl sahipleri için büyük bir ibret, hikmet, kudret ve Allah’ın yüceliğinin, saltanatının apaçık delilidir.
“İnsan görmez mi ki, Allah dilediğinin rızkını bol veya dar vermektedir.Bunda şuurlu Müminler için ibret vardır.”(Ez-Zümer Suresi, 52. Ayet)
Velhasıl rızık endişesi, rızık telaşı, başkasının rızkına göz dikmek, hasetlik, sahip olunan rızkımızı başkalarının rızkıyla kıyaslayıp kabullenmeme, rıza göstermeyip İlahi taksime teslim olmama, ya da sebepler kanununa aykırı davranıp çalışıp çabalama ilahi emri yerine tembellik etme Allah’ın rızık garantörlüğüne, Allah’ın taksimine, Allah’a isyandır aslında.
Hz.Muhammed İlahi emre uyarak rızık için çalışıp çabaladıktan sonra değiştiremeyeceğimiz ilahi taksim hakkında endişe, telaş ve hasetlik yapmamamız Allah’a teslimiyet hayatı içinde tevekkül sahibi olmamızı, takdir olunmuş rızkın zevkine ve kadere imanın tadına erişmemizin doğru olacağı uyarısında bulunur: “Eğer siz Allah’a gereği gibi tevekkül etseydiniz, Allah kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı.Kuşlar sabahları kursakları boş olarak çıktıkları halde akşam doymuş olarak dönerler.”
“Nice hayvanlar var ki, rızkını biriktirip de yanında taşımıyor.Çünkü onların da sizin de rızkınızı Allah veriyor.”(el-Ankebut Suresi, 60. Ayet)
Rızkımız için tembelliğe yer yok.Çalışıp çabalamamız İlahi bir emir.Ama elimize geçen rızık için, zaten değiştiremeyeceğimiz ilahi taksimat için endişe, telaş ve üzüntüye, kimimiz fakir kimimiz zengin diye hasetliğe, isyan ederek hayatımızı zindana çevirmek akıl sahibi bir insanın yapacağı iş değil.
Unutmayın ki dünyadaki servet ve imkanlar sınırlıdır, emanettir, hesabı gerektirir.Akıllı insanın yapacağı iş faniyi verip ebediyi almaktır…