Cadde üzerinde bir apartmanın, beşinci katında oturuyorduk. Babam görevi nedeniyle sürekli şehir dışına yatılı olarak gidiyor, yanımıza ayda bir defa ancak gelebiliyordu. Annem ise üç çocuk ile gurbette hayat mücadelesi veriyordu.
Annem, her sabah erkenden kalkar, daha biz uyanmadan, aşağıda, apartmanın yan duvarına bitişik olan odunlukta, soba kovasını doldurur, o ağır kovayı beş kat nefes nefese çıkarır, sobamızı yakardı. Soba üstünde demlediği çayın ve kızarttığı ekmeğin kokusuyla gözlerimizi açardık güne...
Caddenin diğer tarafında bulunan çeşmede şehre özgü "Kökez Suyu" akardı. Yeraltı sularının bir kısmının diplere kaymadan, yamaçlar boyunca yüzeye çıkmasıyla oluşan bu su, hemen her mahallede bulunan çeşmelerden halkın kullanımına sunuluyordu.
Evimizde çoğunlukla su sıkıntısı yaşardık. Su ya hiç akmaz ya da çok az, tazyiksiz akardı. Bu nedenle Annem evin su ihtiyacını, işte bu Kökez Çeşmesi'nden su taşıyarak karşılardı.
Evin bütün yükü annemin üzerindeydi. Her iş anneme bakıyordu. İşte bu yüzden de bizimle oyun oynamaya çok zamanı olmadı. Bizi tek başımıza aşağıya oyun oynamaya da göndermezdi. Ancak babam geldiğinde parka, pikniğe ve gezmeye gidebiliyorduk. Onun dışında kız kardeşimle tek oyuncağımız olan bebeğimiz Ayşe’yi ayağımızda sallar, onu uyutur, onunla oynardık. Erkek kardeşim ise çok hareketliydi. Apartman boşluğunda üç tekerlekli bisikletini sürüyor, kimi zaman da merdivenlerin basamaklarını ikişer, üçer atlıyordu. Bir gün atlarken düşmüş merdiven kenarında bulunan sivri demire kafası gelmiş, yaralanmıştı. Annem korku içinde, kardeşimin kanayan kafasına bir mendil basıp, kardeşimi kucağına, bizi de yanına alıp, uzak mesafede bulunan devlet hastanesine koşar adımlarla, kan ter içinde girmişti. Kardeşimin kafasına dikiş atılmıştı ve bu ilk yaralanması değildi. Daha önce de yaptığı yaramazlıklardan dolayı dikişleri vardı. Ama yine de hiç vazgeçmedi merdivenlerde oynamaktan, salıncaktan atlatmaktan ve yaptığı yaramazlıklardan.
Çoğunlukla üçümüz pencerenin önüne dizilip, geçen arabaları sayardık, ya da caddeden geçecek arabanın rengini tahmin ederdik, tahmini tutmayana ceza verirdik. Bulmuştuk kendimizce oyunumuzu. Ama ben en çok uçurtma uçurmayı istemiştim ancak çocukken bu isteğimi gerçekleştiremedim.
Uçurtma uçuran çocukları, özellikle de babalarıyla uçurtma uçururken gördüğümde içim giderdi, onların yerinde olmayı çok isterdim. Uçurtma nasıl yapılıyor? İlk ne zaman yapılmış acaba? diye de hep merak ederdim. Bir taraftan da babam yanımda olmadığından, beraber uçurtma yapıp, uçuramadığımızdan dolayı hem çok üzülürdüm hem de babama içten içe kızardım.
Uçurtmalar gökyüzünün maviliğinde süzülürken, ben de pencere kenarında hayallere dalardım çocuk yüreğimle. Bizden uzakta da olsa aynı göğün altında değil miydik babamla? O da görüyordur uçurtmaları diye düşünür, uçurtmalarla konuşurdum. Onlarla haber gönderirdim babama...
Kırk yaşıma gelmiş olsam da çocukluğumda uçuramadığım uçurtmanın özlemiyle, yazmış olduğum “UMUDA UÇURTMA” adlı kitabımda, sevgili çocuklara uçurtmanın yapılışı ve tarihi ile ilgili bilgiler veriyor olmaktan mutluyum. Onlarla kitabımı buluşturmak benim için çok değerli ve anlamlı.
Çocuk yüreğinizle kurduğunuz hayallerin ışığı ile bir gün sizin de başka birilerine ışık olabileceğinizi unutmayın. Ve asla umudunuzu, ışığınızı kaybetmeyin.
Sevgilerimle...
İlknur Solmaz Çoban
Güncelleme Tarihi: 28 Nisan 2023, 19:59