İSTANBUL'dan MARMARİS'e YOLCULUK
(Bir Dönemden ANI - 2014)
Otobüs, İstanbul Ataşehir'den (Dudullu'dan) Marmaris'e hareket etmişti. Bismillah! Hani derler ya Sibirya soğuğu, klimadan öyle soğuk geliyordu. Gittim mi Sibirya'ya? Hayır ama böylece gitmiş kadar oldum. Zaten geçmişte de yolculuklarda benzer yaşadıklarımdan ve "derler ya"dan biliyordum. Otobüste neredeyse dört mevsim vardı. Orayı kapat, burayı aç, uğraş dur. Kimin kısmetine ne çıktıysa. Bana çıkan da yaz gününde dondurucu kış. Muavini çağıracağım, düğmeye basıyorum, düğme bozuk. Kalktım ayağa ve koridora yönelmişken ansızın ısı kontrolünde buldum kendimi. Adeta Sibirya'dan yola çıkmışım, geldim orta bölgeye. O da ne! Pozantı'dayım da sanırsın ki Toroslar'dan esiyor. Birden nefesimde tutuldum. Ellerimi, kulaklarımı korumak için yukarı kaldırırken, aracın virajı almasıyla savruldum. Kulaklarıma ulaştıramadığım ellerimle tutunmaya yer ararken, arkaya doğru koşar adımlarla sanki Afrika'nın çöl sıcağına ulaşmıştım. Gittim mi Afrika'ya? Hayır. Onu da "derler ya"dan biliyordum. Ben gidemedim diye herhalde o buradaydı. Kendime, elden bir şey gelmiyorken 'şimdi ne yapabilirsin?' diye sorarak, kendimin bana verdiği yanıtı mecburen hızlı değerlendirerek tercihimi Pozantı'dan yana kullandım. Yolculuklarda pek uyuyamam. Biraz dalar gibi olmuşken direksiyondan gelen seslenişe irkilmiştim. DAT DARA DAT DAAAT!.. DARA DAT!.. DAT DARA DAT DAAAT!.. DARA DAT!.. Ardı arkası kesilmiyordu. Üstelik şoför direksiyonda kornaya şarkı söylettiriyor gibiydi. İnsanların duyarsız olduğu yerde, içimden kendimle konuşmaya başlarım. Bu durum beni hem rahatlatır hem de bazen güldürür. İç sesime genelde güvenir ve ona danışırım. Bitmeyen korna sesi karşısında kimseden tık yok. "Ne oluyor orada DAT DAT?" diye seslendim. Kızım aklıma geldi. Yanımda olsaydı dürterdi beni. 'Anne ya söyleme!.. Annee...' Nereye gitsem sorunlarla ya da sorunlu insanlarla karşılaşmanın baş edilmez yorgunluğuna sürükleniyordum. Hatta iki günlük tatile değil de sanki tükenişliğin devamına yolculuk yapıyordum. Çünkü artık her şey çok yıpratıcıydı. Anlık olarak yollar, yönler bile karıştırılıp akıllar bulandırıldığı dönemlerden geçiyorduk. Biliyordum ki ben cisme sesleniyordum. O cisim de, 'ben hangi ellere emanet yollardayım' diye sessiz isyanlarıyla beni anlıyor olabilirdi de onu kullanan kişi yine anlamayacaktı. "Şanssızlık, hani hep beni mi buluyor? Bana mı denk geliyor?" diye çoğu insandan duyarız ya, bana da hep böyle denk geldiğine göre bir denksizlik içindeydik demek ki. Muavinden yanıt geldi. Bir yandan otobüs şoförünün yanlışını da örtmek istercesine, geçerli bir nedenmiş gibi ama dürüstçe, 'kaptan şoförümüz ULA'da oturuyor da, ailesine buradan geçtiğini haber verdi' diye ön taraftan, şoförün yanından seslendi. Olayın garipliği ile onca çaresizliğin içinde, uykusuz, sürekli yollarda ekmek parası kazanmaya çalışan bu gençten, içten, gerçeği söyleyen bir yanıt vermişliğinin şaşkınlığını yaşadım. Ve duruma sadece gülümseyebildim. Muavin, görevini kendince çare bulmaya çalışarak yapmak gayretinde idi. Şoför de kendi kurallarıyla, hatta içtiği kahve, çay ve su bardaklarını, çerini çöpünü yanındaki pencereyi açıp oradan dışarı fırlatarak direksiyon başında gidiyordu. Böylesi özgürlüğe teslim ile Allah'a emanet gidiyorduk işte. Muavinin verdiği yanıt ile beynimle bedenim arasındaki iletişimi toparlamaya çalışırken, bir yandan da yaz gününde bile olsam, ne olur ne olmazlık tecrübemle yanımda bulundurduğum hırka, bere ile kendimde sıcak soğuk ayarlaması için uğraşıyordum. O sırada, benim tam arkamdaki koltukta oturan bir adam telefonda yüksek sesle konuşmaya başladı. Sanki her şey kurgu gibi peş peşe geliyordu. Bir sorun çözülmeden diğeri.. Adam öyle gürledi ki, konferans salonunda uluslararası sesleniyor gibiydi. Tepemde bangır bangır yüksek sesle konuşuyor, üstelik hapşırıyor, tıksırıyordu. Korunmak için hırkamı yüzüme doğru çekerek ayağa kalktım. Elinde peçete yoktu. Biraz alçak sesle konuşmasını istedim. "Ayrıca, hapşırıyorsunuz, geçmiş olsun da tükürüğünüz üzerime dökülüyor" dedim. Bir de kağıt mendil verdim. Umurunda değil. Adam bağırarak konuşmaya devam ediyorken baktım bizim muavin de önden ortaya doğru uygun adım geliyor. Sandım ki duruma müdahale edecek. Ama oralı olmadı. Sesten rahatsız olduğumu muavine söyledim. Önce tepkisiz öylece durdu. Gözlerinden kısılmış, anlaşılan o ki, uykusuz ve yorgundu. Başını kaşır gibi yaptı. Arkamda halen bangırından konferans devam ediyor, araya hapşırıktan seanslar giriyordu. Muavin bana, 'siz müdahale edin' der gibiydi. Bir, arkamdaki adama, bir de bana bakıp belli ki Toroslar'da donup kalmıştı. Dayanamayıp kalktım ayağa ve "lütfen gidin arka koltuklara, boş yerler var, oradan seslenin ulusa, uluslararasına" dedim. Adam apar topar Pozantı'dan Toroslar'ın esintisiyle Afrika sıcağına doğru yol aldı. Muavin bana ne dese iyi.. "Ben bunlarla baş edemiyorum valla. Siz bana sormadan gerekeni yapmaya devam edin." Tamam da ben yolcu olarak biletimi satın almışım. Aslında gerekeni vatandaş olarak biraz da asıl sorumlulardan bekliyoruz.
"Elinka" Emel Güneş