Çoğumuz, geleneklerle büyümüş bir neslin üyesiyiz.
İlişki kurma biçimimizi gelenekleri sorgulamak yerine; geleneklere uygun davranıp davranmadığımızı sorgulayarak düzenlediğimiz de bir gerçek.
Geleneklerin toplum düzeni içinde bizi rahatsız eden davranışlarıyla karşılaştığımızda bile suçluluk duygusuna kapılırız.
Çünkü toplumların sosyal hayatını tanzim eden, uzun ömürlü bir gelecek vaadine inandık.
Gelenekleri meydana getiren davranış kalıplarının, çoğunlukla çağdaş toplum kurma girişimlerinin karşısına en büyük engel olarak çıktığının ayrımına vardığımızda bu inancımız sarsılsa da yıkılmadı.
Gelenekler, toplumların sosyal hayatını tanzim eder, uzun ömürlü gelecek vaat eder. Yaşananlar ise bunun tersini gösteriyordu.
Şunu bilelim; her gelenek iyi gelenek değildir.
Kötüsü de… Hem de zehir gibi kötüsü de var.
Pek çok gelenek sorgusuz sualsiz içimize sızmış. İyisi insan yapmış, kötüsü içimizden bir parça insanlık ve insaf koparmış.
Uygar dünya düzeninde birlik ve bütünlük kurma çabaları, sıkça geleneklerin direnciyle karşı karşıya kalıyor; insanın birey olma gücünü, güvenini ve şevkini elinden alıyor.
Oysa gelenek bize öyle anlatılmamıştı.
Gelenek; toplumda eskilerden kalmış ama saygın kabuller arasına alınarak kuşaktan kuşağa aktarılan kültürel değerler, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar diye tanımlanıyor.
Gelenekler maddi ve manevi değerler bütününden oluşur.
Kutsalla kurulan ilişki sonucu üstün değerler barındırır.
Her insanın her türlü yararına açık olması yönüyle sanat ve edebiyata ilham verir.
İLKEL İŞKENCE
Konuyu zihinlere yaklaştırmak için “gelenek” diye hayatımıza soktuğumuz birkaç alışkanlığımıza göz atalım.
Hoyratça, histeri boyutuna ulaşan uygulamaları da gelenekten saydığımız gerçeğini görürüz. Bağlılığımızı ifade etme biçimlerimiz de çoğunlukla bazıları eğlenirken, bazılarının zarar görmesi şeklinde tezahür ediyor.
Örnek; düğünde silah atarak insan öldürmek, damadı halsiz bırakıncaya kadar dövmek… Geline kına gecesinden itibaren onca eziyetin üzerine üstü kapalı imalarda bulunarak hem vicdani yük vermek hem mutlu bir yuvanın sorumluluğunu taşımasını istemek…
Beş yıl kadar önce Manisa’nın orman içi köylerinden birinde damat, “düğün işkencesi”ne maruz kalmamak için kaçtı. Sağdıçlardan biri, geleneği mutlaka yerine getirmekte (işkence yapmakta) kararlı olduklarını söylüyordu.
Allah aşkına, bu bir insana yapılır mı? Bir insan bunları yapar mı? Bunun neresi gelenek?
Kutlamalarımız da insaf ve sorumluluk sınırlarını aşıyor.
İzmir’in şanlı futbol takımı Altay, Süper Lig’e çıktı.
Sokağa çıkma yasağı o gün yoktu sanki. Pompalı tüfeklerle ateş açmalar, havai fişekler gece boyu sürdü. Evlerde hasta, çocuk, yaşlı varmış kimin umurunda…
Sokaklar savaş alanına döndü. Patlama seslerinin ardından kuş yavruları korkudan ağaçtaki yuvalarından düşüp çığlık attı…
Sokak hayvanları kaçacak delik aradı.
Coşku ve heyecanın savaş çığlıklarına dönüştüğü kutlama hangi geleneğin eseridir?
İNSANA İNSANLIK GEREK
Sanat, estetik, toplumsal bütünleştiricilik, saygı, sevgi barındırmalı gelenekler…
Bütün bu değerlerden yoksun bir düğün ritüelini gelenek diye dayatmak ne acı verici bir tablo… Bu çağda, böylesine ilkellikler barındıran eylemlerle bırakın gelenekleri, gençleri insanlıktan soğutursunuz.
Futbol gibi toplumu birleştirici bir sporu, çoğunluğa eziyet aracı haline getirmek acı verici…
Yazık, günah!
Böyle gelenek olmaz. Olmamalı…
İnsana, insanca gelenek yaraşır. Böyle bir gelenek, toplumu birleştirmez; dağıtır, batırır, bitirir.
Tekrar hatırlatalım: Gelenek toplumları bir arada tutmaya yararsa iyidir.
Toplumu, karşılaştıkları sorunlarını çözebilmek amacıyla tarihsel süreç içinde örgütlenerek bir araya gelmiş insanların oluşturduğu birim diye tanımlarız.
Bu tanıma göre insanların ya da bireylerin var olmak ve ilerleyebilmek için tarihsel süreçte örgütlü bir şekilde yaşamalarından toplumların ortaya çıktığına vurgu yapılır.
Birbirini izleyen kuşaklar yoluyla kültürel süreklilik kazanarak kendi kendilerine yeterli hale gelirler.
Birbirimize yeterli miyiz?
Toplumsal olarak bu soruya evet yanıtını veremeyiz.
Bugün kendine yeterli bireyler olmayı beceremeyişimizin temel nedeni de işte budur.
İyi ya da kötü diye ayırt etmeden körü körüne geleneklere sarılıp, gelişmeye ve ilerlemeye kapanmaya mahkûm hale gelişimiz de buna dayanır.
Gelenekler, insanın insanla ilişkisini ve iletişimini de dar kalıplara döküp insanlık dışı sınırlar koyuyorsa…
İnsanın insana sevgisini ifade etmekte engeller koyup, nefretini göstermekte sayısız kapılar açıyorsa…
Bütün canlılara karşı yüksek vicdan duygusuyla davranmayı teşvik etmiyorsa…
Doğaya karşı hassas olmayı ahlâkî temel olarak göstermiyorsa…
Böyle gelenekler yerin dibine batsın!