“Yaptığı çarpıcı açıklamalarıyla tanınan, Mavi Vatan Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi (TÜRK DEGS) Başkanı Müstafi Tümamiral ve Topkapı Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cihat Yaycı, bu kez çok ciddi bir uyarı da bulundu. FETÖ ile mücadelede önerilerini sıralayan “Fetömetre’ uygulamasının beyini Yaycı, Türkiye’nin 15 Temmuz 2016’da yaşanılan FETÖ kalkışmasının daha geniş perspektifli ve daha etkin tekrarına hazırlıklı olması gerektiğini savundu.”
“Her şeyden önce Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na mensup rütbeli bir subayın oğlu, bahriyeli bir ailenin çocuğu olarak; Emekli Tümamiral Cihat Yaycı Paşa’nın Ayvalık’ta konferans vereceğini duyunca tereddütsüz soluğu; değerli eşimin de görev yaptığı Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Cunda Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi konferans salonunda aldım. “Ege’de Yunan Yayılmacılığı ve Mavi Vatan” isimli konferansta, televizyonlar ve gazetelerde etkili konuşmalarıyla yakından takip ettiğim Cihat Paşa yine hakim olduğu salonda, hitabetiyle dinleyenleri kendine hayran bırakmayı başarmıştı. Ama bir gazeteci olarak Cihat Paşa’dan daha da çarpıcı bir demeç daha almalıydım. O yüzden de konferans sonunda yanına gidip, bu talebimi kendisine ilettim. Sağolsun, beni kırmadı ve röportaj talebimi kabul etti.
Pek fazla bir hazırlık yapmadan Cihat Yaycı Paşa’ya hemen sorularımı yönelttim. Kendisinin hazırladığı önemli bir doktirin olan Mavi Vatan’ın önemi, MİLGEM, SİDA’lar, Deniz Havacılığı, TGC Anadolu, İçişleri Bakanlığı’na bağlanan Sahil Güvenlik Komutanlığı ve tabiî ki yine kendisinin tamamladığı “FETÖMETRE” uygulaması konularında inanılmaz açıklamalarda bulundu. FETÖ ile mücadelede eksikliklerin olduğunu savunan Cihat Paşa’yı dinlerken, kurduğu her cümleyi adeta beynime kazıdım. Ve şimdi bu çarpıcı açıklamaları siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz. İşte o röportaj… (SUAT SALGIN)”
******
SUAT SALGIN – CİHAT PAŞAM; ÖNCELİKLE SİZİ AYVALIK’TA GÖREBİLMEK BİZLERİ ZİYADESİYLE MEMNUN ETTİ. BUGÜN, “MAVİ VATAN “ KONUSUNDA BİZLERİ AYDINLATTINIZ. SİZCE BU KONU NEDEN ÖNEMLİ?
CİHAT YAYCI - Türkiye ile Türk Milleti’nin refahı, güvenliği ve geleceği Mavi Vatan’la iç içedir. Çünkü denizler, bitmez tükenmez bir servet kaynağıdır. O bakımdan da mavi vatan, Türk Milleti’nin gelecek nesilleri için, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için her bakımdan son derece önemlidir. Türkiye’nin Karadeniz ve Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarındaki gaz hidratlar bile ülkemizin 816 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayabilecek seviyededir.
-MAVİ VATAN KAPSAMINDA SANIRIM MİLGEM PROJESİ DE SON DERECE ÖNEMLİ, YANILIYOR MUYUM?
-Öncelikle; 1992 yılında kısa adı MİLGEM olan Milli Gemi Projesi’ne ismini veren, projesini hazırlatıp dosyasını eline alarak bütçe bulabilmek için kapı kapı dolaşan dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Vural Beyazıt’ı rahmet ve şükranla yâd ediyorum. Bu projede emeği olan mühendisleri, teknisyenleri ve emir-komuta kademesinde yıllarca bu işin peşinde koşturan herkesi saygıyla anıyorum. MİLGEM, Türk deniz kuvvetlerinin yerli ve milli savunma sanayine armağanıdır. Aslında en büyük atılımı, yerli ve milli sanayide Türk Deniz Kuvvetleri yapmıştır. 1974 yılında ambargo uygulamasına müteakip il milli araştırma merkezini kurup, bu konuda çalışmaları yürüten deniz kuvvetleridir. Bunun öncesinde de 1960’lı yılların sonu, 1970’li yılların başında da ‘Perk’ muhriplerini yapan bir Türk Deniz Kuvvetleri vardır. O bakımdan MİLGEM, milli bir geminin yapılması ve Mavi Vatan’daki hak ve menfaatlerimizin korunması açısından son derece önemlidir. Tabi burada, bu projeye bütçe ve geliştirilmesini sağlayan daha sonra da askeri tersanelerden çıkartıp da özel sektör tersanelerine bunu yaygınlaştıran, bu milli savunma sanayi gelişimini sağlayanları ve emeği geçenleri de tebrik etmek gerekir. Şu anda Türkiye’nin ekonomisi hakikaten turizm ve tarımın yanında savunma sanayi odaklıdır. Türkiye; dünyanın 14 büyük savunma sanayi ihracatçısı ülkesi haline gelmiştir. Bu çok önemli bir başarıdır. Mavi Vatan açısından önemi ise; Mavi Vatan, bizim deniz vatanımızdır. Deniz ülkemizdir. Deniz ülkemize el uzatacak ya da parça koparmak isteyebileceklere karşı MİLGEM ve onun benzeri projeler; hem platform, hem silahlı sistem, sensör projeleri büyük bir caydırıcılık sağlamaktadır. Artık Türkiye, dosta güven veren, düşmana korku salan bir devlettir. O bakımdan da MİLGEM ve benzeri projeler, Mavi Vatan’daki hak ve menfaatlerimizin savunulması ve geliştirilmesi noktasında son derece önemlidir.
-TGC ANADOLU’ DA BU PROJENİN ÖNEMLİ BİR PARÇASI OLMALI…
TCG Anadolu Gemisi ile kazandığımız yetenek son derece önemlidir. TCG Anadolu ile Türk Deniz Kuvvetleri tarihinde ilk kez güç aktarım kabiliyetine kavuşmuştur. Yani bu; bir gücü alıp, başka bir yere götürerek orada kalabilmektir. Onlarca helikopter, onlarca zırhlı amfibi hücum aracı, çıkarma gemileri, İHA’lar, SİHA’lar ve uçak temin edilebilirse, uçaklarla birlikte dünyanın her tarafına Türk Silahlı Kuvvetleri yüzer bir üss şeklinde TCG Anadolu ile gider. TCG Anadolu bir yüzer üsstür ve bir yere gittiği zaman da kalır. Bu çok önemli bir şeydir. TCG Anadolu’yu eleştirmek yerine, ‘Neden hala ikincisi yapılmadı’ şeklinde hayıflanmak gerekir.
-PEKİ, DENİZ HAVACILIĞI KONUSUNDA NELER DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
Deniz havacılığı vazgeçilmezdir. Bizim tarihimizdeki havacılık; deniz havacılığıyla başlamıştır. İlk pilotlarımız, Fethi Bey de dâhil olmak üzere deniz kuvvetlerinin çarkçı subaylarıdır. Deniz Kuvvetleri bu yönüyle hem Çanakkale Savaşı’nda uçak uçurarak, hem hava kuvvetlerinin temelini atarak son derece önemli bir vazife görmüştür. Ama artık, büyük devlet olma idealine sahip Türkiye, deniz havacılığını; ABD, Fransa, İngiltere, İtalya gibi uçak gemisiyle taçlandırmalıdır. Beyaz üniformalı pilotlarıyla, taarruz uçaklarıyla, uçak gemilerine sahip bir devlet olmalıdır. Türkiye, uçak gemisi olan ülkeler kulübüne katılmalıdır. Bu çok önemlidir. Uçak gemisine sahip olduğunuz zaman dünyadaki etkiniz de, prestijiniz de çok artar. Dolayısıyla hem siyasi hem de diplomatik olarak etkiniz her yerde görülebilir. Bu durum sadece savaşmak için değil; insani yardım ve BM ile NATO’daki görevlerin daha iyi yerine getirilmesi açısından da daha etkin ve faydalı, herkes tarafından ihtiyaç duyulan bir devlet olabilmek adına da çok önemlidir. Düşünün; eğer bir uçak gemimiz olmuş olsaydı, Myanmar’daki Müslüman kardeşlerimize yönelik katliamlara ‘dur’ diyebilirdik.
-GELİŞTİRMEYE BAŞLADIĞIMIZ SİLAHLI İNSANSIZ DENİZ ARAÇLARI (SİDA) HAKKINDA NELER SÖYLEYECEKSİNİZ?
-SİDA’lar; hem denizaltı, hem de su üstü olmak üzere insansız deniz araçlarımızdır. Bunların üzerine çok çeşitli sensörler, torpidolar dahil olmak üzere çok çeşitli silahlar yerleştiriliyor. Bu; kaybında zafiyet oluşturmayacak ama etkili platformlarımız olacak anlamını taşır. Bu aslında; Adalar (Ege) Denizi’nde sürekli olarak var olabilmek demektir. Sürekli olarak taarruzları savunabilmek, caydırıcılığı oluşturabilmek, teşhis ve tespit kabiliyetini yani gözetleme kabiliyetini 7/24 tam zamanlı ve eşzamanlı yapabilmek demektir. SİDA’lar çok önemli bir güçtür. Bizim bu insansız araçlar, gerek deniz araçları, gerek denizaltı araçları, gerekse hava araçlarından oluşan teknolojimiz son derece önemlidir. Şimdi bu yönde de; ‘Şunu niye yapıyor, bunu niye yapıyor?’ şeklinde bazı eleştiriler var. Oysa bu eleştiriler yerine, tüm bunları daha fazla nasıl yapabilirizin mücadelesi yapılmalıdır. Bunları köreltmek yerine, daha fazlasını, daha ucuza yaptırmak için desteklemek gerekir. Aksi halde savunma sanayinin eleştirilmesini kesinlikle kabul etmiyorum. Savunma sanayinin bu şekle dönüşmesine başta TGC Anadolu, İHA’lar, SİHA’lar, SİDA’lar, gemiler, şimdi fırkateynlerimiz hizmete girmek üzere, hava savunma muhriplerimize ait proje hayata geçirilmek üzere, tank projelerimiz hazırlanıyor. Biz ülke olarak bunlarla ayakta durabiliriz. Biz öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki; ordumuz da, silahlarımız da çok güçlü olmak zorunda…
-İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NA BAĞLANAN SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI’NIN DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI BÜNYESİNDEN AYRILMASI SİZCE KOORDİNASYON AÇISINDAN HERHANGİ BİR SIKINTIYI BERABERİNDE GETİREBİLİR Mİ?
-Hem gerginlik, hem de harp durumunda Sahil Güvenlik Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrinde yapacağı, gireceği bir takım platformlar var. Bu platformlarda barış zamanı da çeşitli tatbikatlar yapılıyor ve Sahil Güvenlik birimleri, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki bu tatbikatlara katılıyor. Barış zamanlarında zaten Türk deniz yetki alanlarında, münhasır ekonomik bölgesinde faaliyetlerin denetlenmesi ve korunması görevi Sahil Güvenlik Komutanlığı’nındır. Ancak dünyanın her tarafında sadece Sahil Güvenlik yapmıyor bu işleri. Sahil Güvenlik’in olduğu bölgelerde tüm bunlar Deniz Kuvvetleri ile birlikte yapılıyor. Şimdi burada hukuki bir eksiklik var. Deniz Yetki Alanları Kanunu’nun bir an önce çıkarılması lazım. Münhasır Ekonomi Bölge Kanunu’nun bir an önce çıkarılması lazım ve Deniz Kuvvetleri’nin de Münhasır Ekonomik Bölge hak ve menfaatlerinin korunması konusunda görevlendirilebilmesi lazım bu kanun çerçevesinde. Görevli olması lazımdır. Çünkü ‘Deniz yetki alanları’ dediğimiz alanlar, 200 mile kadar uzanmaktadır. Yani yaklaşık kuş uçuşu mesafede 350-370 kilometrelere varan bir mesafe söz konusudur. Bu mesafelerde küçük botlar görev yapamazlar. Bu mesafelerde fırkateynler, muhripler, denizaltılar da görev yapmak durumunda olurlar. O nedenle, Deniz Kuvvetleri’nin de buralarda tıpkı batı ülkelerinde olduğu gibi yetkilendirilmesi önemli ve gereklidir. Bu konularda makam kaprisine girmemek lazımdır. ‘O yetki benim, Bu yetki senin’ dememek lazımdır. Çünkü bu memleketin meselesidir. Memleketin imkan ve kabiliyetleri birlikte sinerji doğurabilecek şekilde kullanılmalıdır.
-SİZ, AYNI ZAMANDA “FETÖMETRE” UYGULAMASININ DA YARATICISISINIZ. PEKİ, SİZE GÖRE FETÖ İLE MÜCADELE DE HANGİ NOKTADAYIZ?
-FETÖ ile mücadele konusunda ne yazık ki, çok ciddi eksikliklerimizin olduğunu söylemek durumundayım. Sayın Cumhurbaşkanımızın iradesinin, bürokraside karşılık bulmuyor kanaatindeyim. FETÖ ile mücadeleyi; Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatımız, Jandarmamız ve kahraman birkaç savcımız yapıyor. Ama bu mücadele, sadece bu birimlerimize bırakılacak bir mücadele değildir. Bu mücadeleyi her kurum yapmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı, kendi içerisinde yapmalıdır. Yüksek Öğretim Kurulu, kendi içerisinde yapmalıdır. Sağlık Bakanlığı, kendi içerisinde yapmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı, kendi içerisinde yapmalıdır. Çünkü bu örgütün; devlete ve kurumlara nasıl sızdığı itirafçı ifadelerinde son derece sabittir. Onlarda bir çok kriter ortaya çıkmaktadır. Mesela, sınav hırsızlıkları… Mesela, katalog evlilikleri… Mesela, sicilen biribirlerini destekleme… Mesela, atamalar… Mesela, görev yerleri… Mesela, hangi gazetelerde yazdıkları, hangi üniversitelerde yayın yaptıkları, tüm bunların hepsi belirlenmiştir. Onun için bunları tespit etmek önemlidir. Bunları ‘hapse atalım’ demiyorum. Ama bunlar devlet birimlerinde, devletin akademilerinde belirli yerlere gelemesinler. Devlet bunlara eğitim ve başka türlü yatırımlar yapmasın. Bunlar tespit edilsinler, görevlerini çok daha az pozisyonlarda yapsınlar. Devletin şu özelliği vardır; devlet özel sektör gibi kiminle çalışıp, çalışmayacağına özgürce karar verebilmelidir. ‘Herkes devletle çalışacak’ diye bir kaide söz konusu değildir. 15 Temmuz gibi dünya tarihinde görülmemiş ve hiçbir devletin başına gelmemiş, bir örgüt tarafından devletin ve silahlı kuvvetlerin ele geçirilmesi durumuyla karşılaştık. Artık sütten dilimiz yandı. Yoğurdu üfleyerek yemeliyiz. Şüpheden devlet yararlanmalıdır. Bu son derece önemlidir. İdari tasarrufla, adli yargılamayı biribirine karıştırmamak lazım. Kanunlarda FETÖ ile mücadele kapsamında herhangi bir düzenleme yapılmadı. Bu çok büyük bir eksikliktir. Bu düzenleme yapılmadığı için birçok FETÖ mensubu, berat ya da delil yetersizliğinden ‘Kovuşturmaya yer olmadığı’ kararı almaktadır. Böyle durumda, bunlar pür-i pak demek değildir. Bu durum; hukuki mevzuattaki eksiklikten kaynaklanan durumdan yararlanarak paçayı sıyıran FETÖ’cüler demektir. Bu noktada gerçekten de bu konuda kurunun yanında, yaş da yanmış olabilir. Ama bunun sayısı çok azdır.
-FETÖ’DEN YARGILANIP, SONRASINDAKİ KAMU GÖREVLERİNE DÖNENLER KONUSUNDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?
-FETÖ’ye üye olmaktan yargılanıp, kamu görevinden çıkarılanların kamudaki görevlerine geri dönüşüne ait kararlar verilirken, son aşamadaki durumlarının da incelenmesi gerekir. Bu kişiler; hangi kampanyalara katılmışlar, kimlerle ilişki halinde bulunmuşlar, kimleri övmüşler, kimleri yermişler, FETÖ mensuplarıyla bir iltisakları (yapışma-bulaşma) olmuş mu? Sadece o iltisaka kamu görevinden çıkarılana kadar sürece bakılmamalıdır. Eğer hukuki zeminde, geri dönüş için böyle bir mücadele yapılıyor ise; o zaman, kamu görevinden çıkarıldıktan sonra da bunlar ne yapmışlardır, onların da dosyalanması ve ona göre karar verilmesi lazımdır.
-SİZCE, FETÖ MESELESİ GÜNÜMÜZDE HANGİ NOKTADADIR?
-FETÖ, salt bir terör örgütünden öte bir casusluk örgütüdür. FETÖ ile mücadele; DHKPC, PKK, TİKKO, IŞİD v.s gibi salt bir terör örgütleri için çıkarılan kanun ve yöntemlerle yürütülemez. Bu konuda yeni kanun düzenlemesi şarttır. Aynı zamanda, bir an önce FETÖ ile Mücadele Kurumu kurulmalıdır. Çünkü Türkiye’de FETÖ şu anda çok güçlenmiş durumdadır. Çok ciddi ve cüretkâr bir şekilde konuşmakta, davranmaktadırlar. FETÖ ile mücadele edilenlerle mücadele başlamıştır. Şunu bir mesaj olarak vermek istiyorum; Türkiye, 15 Temmuz 2016 saat 20.30’a yeniden çok yaklaşmaktadır. Ama bu sefer bunu sadece klasik bir askeri kalkışma olarak yapmayacaklardır. Bu kez; halkı ekonomik ve sosyal zorluklardan dolayı sokağa dökmek ve sığınmacı konusunu provoke ederek, Türk Milleti’ni karşı karşıya getirmek planlanmaktadır. Bunun sonucunda ortaya çıkacak kargaşayı bir iç savaş haline dönüştürüp, devleti yönetilemez bir hale getirmek, devleti parçalamak ve ondan sonra da bazı kadrolarla yönetim el koymak şeklinde olabileceğini değerlendiriyorum. Takdir, yetkililerindir.
-SAYIN PAŞAM, BU GÜZEL VE O KADAR DA ÖNEMLİ RÖPORTAJ İÇİN SİZE ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUM. İNANIYORUM Kİ, AÇIKLAMALARINIZ KAMUOYUNA ÇOK CİDDİ BİR MEŞALE OLACAKTIR. OKUYUCULARIMIZ ADINA SİZE ŞÜKRANLARIMIZI SUNUYORUM.
-Aksine bu konularda görüşlerimize yer verdiğiniz için ben teşekkür ediyorum. Size ve camianıza kolaylıklar diliyorum.
(Röportaj : Suat Salgın)